Bu durumda, cinsiyet, iki ebeveynin sitoplazmik genleri arasın-
daki çekişmeyi çözüme kavuşturmak için icat edildi. Böylesine
bir çekişmenin yavruyu yok etmesine göz yummaktansa, akıl-
lıca bir anlaşmaya varılır: Tüm sitoplazmik genler anneden ge-
lir, babadan asla gelmez. Bu babanın gametlerini küçülttüğün-
den, yumurtaya daha kolay ulaşabilmek için gametler sayıca
çok daha fazla ve hareketli olma konusunda uzmanlaşabilmiş-
lerdir. Cinsiyet anti-sosyal bir alışkanlığa karşı üretilmiş bürok-
ratik bir çözümdür.
Hakikaten de,
üreme ve hayatta kalma birbiriyle çatıştığında, üreme öncelik-
li hale gelir. Örneğin som balığı ürerken açlıktan ölür. Ve eşey-
li canlılarda üreme, uygun bir eş bulma ve onu bir miktar geni-
ni elden çıkarmaya ikna etmekten ibarettir. Bu amaç yaşam için
o denli önemlidir ki, salt bedenin değil, aynı zamanda zihnin ta-
sarımına da tesir etmiştir. Daha basit ifade etmek gerekirse, üre-
me başarısını artıracak herhangi bir şey, bu başarıya katkıda bu-
lunmayan herhangi bir şey pahasına -varlığını sürdürmeye kar-
şı bir tehdit oluştursa da- yayılacaktır.
Neden cinsellik? Elbette insan doğasının, üzerinde bu ka-
dar çok durulmuş, külfetli ve üremeye dayalı bu meşgalenin dı-
şında da özellikleri vardır. Doğru, ama insanoğlu üremek üzere
tasarlanmıştır; geriye kalan her şey amaç değil araçtır. İnsanlar
varlığını sürdürme, yemek yeme, düşünme, konuşma ve benze-
ri eğilimleri kalıtım yoluyla edinirler. Fakat hepsinden öte, kalıt-
sal miraslarında üreme eğilimi vardır. Önceki nesillerde üremiş
olanlar karakteristik özelliklerini yeni nesillerine aktarmışlar-
dır; kısır olanlar ise aktarmamıştır. Dolayısıyla, bir insanın başa-
rılı bir şekilde üreme şansını artıran herhangi bir şey geri kalan
her şey pahasına bir sonraki nesle aktarılır. Nihai üreme başarı-
sına katkıda bulunmasından ötürü, doğamızdaki her şeyin, bu
şekilde itinayla "seçildiğini" kesinlikle ileri sürebiliriz.
Bu kulağa aşırı kibirli bir iddia gibi geliyor. Adeta özgür ira-
deyi inkâr ediyor, bakir kalmayı seçenleri görmezlikten geliyor
ve insanları sadece üreme eğilimli, programlanmış robotlar ola-
rak resmediyor. Mozart ve Shakespeare'in salt cinsel dürtülerle
harekete geçtiğini ima ediyor. Ancak, ben evrim dışında insan
doğasının gelişebileceği başka bir yol bilmiyorum
Gerçekten de, beş duyunun her biri ve daha fazlası için "tavuskuşlarının kuyrukları" türünden görkemli gösterilerin bir listesini çıkarmak mümkündür. Görme duyusu için tavuskuşunun kuyruğu, işitme duyusu için bülbülün şakıması, koku alma duyusu için misk geyiğinin kokusu, tat alma duyusu için güvelerin feromonları;
dokunma duyusu için bazı böceklerin penislerinin "morfolojik coşkusu"; hatta altıncı his için bazı çarpan balıkların yaydıkları ayrıntılı elektrik sinyalleri. Her bir tür, dişilerinin algılamakta en başarılı olduğu duyulardan yararlanmayı tercih eder.
Bu, bir anlamda, Darwin'in ilk baştaki fikrine dönmek demektir; Nedeni ne olursa olsun, dişilerin estetik duyuları vardır ve bu duyular erkeklerin süslerini şekillendirir.
Afrika bozkırlarında yaşayan bir ceylan çitalara yem olmamak için çaba gösterir ama aynı zamanda bir çita saldırıya geçtiğinde diğer ceylanlardan daha hızlı koşmak için de çaba gösterir. Ceylan için önemli olan çitalardan değil diğer ceylanlardan hızlı olmaktır. (Arkadaşıyla birlikte bir ayının saldırısına uğrayınca koşarak kaçan bir felsefeciye dair eski bir mesel vardır. Mantık yürüten arkadaşı "Faydası yok. Asla bir ayıdan daha hızlı koşamazsın" der. Felsefeci ise "Ayıdan daha hızlı koşmak zorunda değilim ki" diye cevap verir, "Senden hızlı koşmam yeterli."