Toplum büyük, o küçüktü. Büyüğün küçüğe hoşgörüsü yoktu ki. Her şey karşılığıyla olurdu oysa. Çocukluğundan beri ona bir kez olsun yüz vermeyen, aksine onu dışlayan, ondan korkan, çekinen bir toplum, ona ne vermişti de şimdi Niyazi' den ne istiyordu? Onu okullarında mı okutmuş, fabrikalarında mı çalıştırmıştı? Toplumun başarısızlığının bir ürünüydü o.
Kendinden başka kimseye bıçak, jilet atmış değildi. Bütün öfkesi, hıncı, içinden çıktığı toplumaydı aslında. Gücü yetmeyince kendine yöneltiyordu hırsını. "Ne olmuş senin bedenine böyle?" diye sorduğumda aldırmaz görünüyor, "Ne yapayım? Bedenimin romanı bu dayı," diyordu.
Bir hasta da dilekçe yazdırma hastasıydı.
Dilekçelerini Vali'ye, Paşa'ya, Başbakan'a, Devlet Başkanı'na, Peygamber'e, gökyüzünün yüce katına diye başlayarak Allah'a seslenen sözlerle yazdırırdı.
Mahkum düşünce suçlusu ise dört koldan izlenir. Kiminle konuşuyor, neler okuyor, neler yazıyor, izlenir. Esrar, eroin, hap içen, ırz düşmanı, hırsız bir mahkum, siyasilerden daha az tehlikelidir, yönetime göre.