“kendime mahkûmum, sen de. işte bu yüzden sana bakabilirim. sen de bana bakabilirsin. seni izlerim, senin beni izleyişini izlerim, kendimi senin gözünden görürüm, sana yansırım, bana yansımana izin veririm. gerçekliğim sana bağlı olur, sende devam eder, senin tarafından yorumlanır. sen de bana aktarırsın kendini, anlatırsın, sende yoktur, bende vardır. bende eksiktir sende tamdır, çoğalabiliriz: senin okuyacağın cümleler yazıyorum buraya çünkü kendime mahkûmum. senin tanıklık ettiğin bir gerçek var burada: o gerçeği sana gösterdikçe anlıyorum, hatta onu sana gösteremediğimde bile neden gösteremediğimi, neyi gösteremediğimi anlıyorum: kendimi öldürmek istiyorum çünkü sende devam edebileceğime, bu kitabın sayfalarında var olabileceğime, senin benliğinde bana bir yer açılabileceğine inanıyorum.”
“akşam tarık’tan utana sıkıla arseniği alıp eve dönerken yanından geçtiğim insanlara baktım, bu insanlarla beni aynı dünyada tutan ne? bir ortak nokta arıyor insan. bir sınıftaki tüm öğrencilerin ortak noktası olacak en az bir gerçek vardır: hepsi hayatın okulda öğrenilmeyeceğini okulda öğrenmiştir. peki bu dünyadaki insanları, bu dünyada tutan ortak bir gerçek var mı? her birinin kabul ettiği en az bir gerçek bulabilir miyiz? ölümü dışarıda bıraktığımızda, hiçbir şey yok.”