Yarın... yarın pırıl pırıl ışıldayacaktı bu ışık, bin mumluk ampuller gibi. Vali, yüreğinde yöre insanının çeyrek asırlık hasretini taşıyordu, köprüyü beklerken. Sanki köprü çelikten yapılmış bir nesne değil de canlı bir varlıktı... Umut, sevgi, iyimserlik dolu bir varlık. Onu seviyordu Vali. Onun için çalışmış çabalamış, gecelerini gündüzlerini harcamıştı. 'Umut Köprüsü' adını takmıştı ona. Köprü ise, yılların hasretiyle tutuşan bir âşık gibi, sevdiğinin kollarına atılmaya hazır, tutkulu bir bekleyiş içindeydi.
Kimse ama hiç kimse değişiklikten yana değildi. Değişiklik isteyenlerin sesi, vurgulu sazlardan kurulu bir orkestranın ortasında tek başına çalan ince bir keman sesi kadar cılızdı.
Bu köprü... bu köprü, herhangi bir köprü değildi... Yirmi beş yıl boyunca onca çabaya rağmen, başbakanlardan milletvekillerine kadar kimselerin kurduramadığı bu köprü, çetin bir sınavdı. Bir gün kurulduğunda sanki bir yakadan ötekine iyilik, güzellik, dostluk iletecekti. Dağ köylerine ucunu kaçırdıkları uygarlığı taşıyacaktı. İlerde bir gün, nehrin iki yakası birleştiğinde, bu köprüden ilk geçen, kendi olmak istiyordu. İşte o gün, başı dimdik yürüyecekti, Fırat'ın üzerinde bir köprüden değil de Sırat köprüsünden geçermiş gibi, Allah nasip ederse!