Ne kadar meraklıyız olamayan şeylere, insanları ne kadar da büyütüyoruz benliğimizde, yere göğe sığdırmıyor, bu dünyadan olmadığını varsayıyoruz. Bilinmeyene duyulan istek, bu denli köreltebilir mi bizi? Kör olmak, bakıp görememek, pireyi deve yapmak... Ulaşılmaz olan mı bu denli arzulu, ulaşılamayacak olmak mı bu kadar delirten seni? Neden aşklarımızı sıradan birine indirgeyemiyoruz? Nerden geliyor bu yücelik duygusu. Sahip olmak için mi seviyoruz, aşık oluyoruz?
Sanırım böyle kitaplar okumayı özlemişim. Zaman ve mekanın dışında kalır olaylar. Birbirlerine dönüşen veyahut şöyle ifade etsem daha iyi olur: kişilik bölünmesi yaşayan bir kahraman. Rüya, hayal, gerçek; geçmiş, şimdi, gelecek birbirine karışık. Acıların ifadeleridir. Ebedi, hiç geçmeyen, bitmek bilmeyen acıları... Çaresizlik, korkular, özlem, umutsuzluk,keder, monologlar yüzleşmeler, itiraflar ne kadar iyi anlatılabilirse o kadar iyi dile getirilmiş; betimlemeler, içselleştirmeler ne kadar okura geçebilirse o kadar insan içine işlemiş bir anlatım. Ölümün soğuk nefesini ensede hissedercesine ölümden kaçıp tekrar ölümle birleşme hisleri...
Ahmet Kaya’nın bir şarkısında geçen şu cümleyi hatırlattı: Ölümü özledim anne! Yaşamak isterken delice.