“...Halk, kadere inandığından tehlikelerin karşısında çoğu zaman devekuşu gibi kafasını kuma gömer. Uzak karanlıkların dibinden çıkacak birilerinin gelip kendilerini kurtaracağı masalına bel bağlar...”
Siyasal korku, onunla bütün eşin dostun, insanoğlunun ilişkisini kesmişti. Yurdunun insanlarını daha üstün bir insanlık düzeyine çıkarmayı düşünmek, sonra, ceza olarak bu vahşi kayalıklar! İdealist bir felsefe öğretmeni olarak vaktiyle insanlar arasında geçirdiği günler, buradaki yalçın kayalıklardan daha anlamsız, daha çoraktı. Felsefeyle geri bir ülkenin sorunlarını çözümlemek isteyişine şimdi gülüyordu. Bu ıssız kayalıklara benzeyen okumamış insan yığınları, felsefenin yumuşak formülleriyle nasıl uyandırılabilir, ileriye doğru yürütülebilirdi? İktidar sahipleri, ellerindeki demirle vura vura onu bu kayalıklara sürmüş, felsefesiyle burada başbaşa bırakmışlardı.
Okumuş, işsiz insan, hükümetçe de halkça da kuşkuyla karşılanan garip bir yaratıktan başka bir varlık değildi. Hükümet, hem onu aç, işsiz bırakıyor, hem de işsizliğini kuşkuyla karşılayarak altında başka nedenler arıyordu.