"Meleğin kazandığı zafer yalnızca şeytanın acı çekmesine neden olmaz: Çünkü ona tesadüfen acı çektirmez, acı çekmesi gerektiği için acı çektirir. Zaten başka türlü var olamazdı. Tıpkı bir zafer kazanmadıkça diğer tarafın acı çekemeyecek olması gibi. Meleğin iyiliği nasıl bir iyilik ki kötülük barındırması gerekir? Mikail hangi suçu yüzünden şeytanı cezalandırır ya da hangi suçu işlemesine engel olmak için onu işler? Şans verilseydi belki şeytan da ona aynısını yapardı. Öyleyse ikisinin arasında ne gibi bir fark var? Bence mızrağı saplayan ya da mızrağı yiyen diye bir şey yok; sadece saplamak var."
...
Kralın Laneti okuduğum en ilginç kitaplardan biriydi. Her okuyanın başka duygulara kapılabileceği yoruma açık kısımlar bulunuyordu. Bana göre bu kitabın ana teması iyilik ile kötülüğün arasındaki ince çizgi hatta ikisinin bir bütün olması. Kitap boyunca şeytanı ve Mikaili temsil eden iki karakter görüyoruz. İkisinin birbiri ile mücadelesini gerilimle okuyor insan. Eserin son kısımları ise çok çarpıcı. Şeytan meleğin suç işlemesine sebep olabilmek için bilerek mi kötülüğünü yayar ve onu da sezdirmeden kendinden biri yapar yoksa melek adaleti yerine getirdiği için yaptığı eylemden muaftır ve şeytanı durdurmak için işlediği suça rağmen mutlak iyi ve kazanan mıdır? Bu soruları sorduran eser, en sonunda kendi sorularını cevaplıyor. Varılan sonuç ise ikisi de birbiri için var olmuştur ve aslında her iki eylem de anlamsızdır. Bu kitaptan sonra bahsi geçen meleğin şeytanı bıçaklama sahnesini anlatan resim artık benim için farklı bir yere sahip oldu:)
Sanırsam kasım ayı geldiğinde kitabı yeniden okurken, bu kez sonunun farklı biteceğini umacağım. Belki bu sefer Able altın kaleminin hikayesini anlatır.
"Müziğin hiçbir türünden hoşlanmam," dedi Abel. "Herhangi bir inşaat sahasının gürültülerini dinleme zahmetine katlanmazdınız herhalde. Müzik de, düzensiz gürültülerin yerini almış düzenli bir takım gürültülerdir sadece. Aralarında hiçbir fark göremiyorum doğrusu."
"Hayır," diye cevap verdi sabır göstermeye devam ederek, "Sanattan bahsediyorum. Bir insanın, öldükten sonra tek bir fırına sığacak on altı fiziksel nesneye dayanarak ünlü bir ressam sayılması bana gülünç geliyor sadece."
Bunca para bankada dururken, her sabah kalkıp işe gitmek kadar saçma bir şey olamazdı, fakat her sabah kalkıp işe gitmekten başka bir şey bilmiyordum. Bunun dışında ne yapabileceğime dair en ufak bir fikrim bile yoktu.
"Bazı insanlar," dedi açıkça beni kast ederek, "hayat boyu ne yapacaklarını bilemezler." "Arada fark var ama," dedim, "yanlış seçim yapmakla..." "Dahası," dedi, "hayatım boyunca gözlemlemiş olduğum bir şey var; kendi yaşamlarında ne yapacaklarından asla emin olamamış insanlar, durmadan başkalarının hayatına karışır ve onların tam olarak ne istediklerini bildiklerinden emin oldukları konusunda ısrar ederler. Kaç yaşında olduğumu düşünüyorsun?"