Gökyüzü aydınlığa kavuşuyor, gölgeler eriyor, yavaş yavaş, sabahın pusu içinde meyve ağaçlarının ıslak ve parlak gövdeleri, sazlıkların dalgalı çizgileri, koskoca ve yemyeşil sebze ekili alanlar, özenle sürülmüş kırmızı topraklar birer birer resim görünümü alıyordu.(Syf6)
Ufku saran ağaçlarla evler ardında güneş, gözleri yummaya zorlayan altın iğnelerini ovanın düzlüğüne batırarak, iyi kızarmış bir hamursuz çörek gibi çıkıyordu.(Syf8)
Güneş, yakıcı okşayışlarıyla çatlayan toprağa ateş selleri akıtıyor, altın gibi ışınları, sık yaprakları her yanda yaşamı yeşerten bu sıcaktan korkuyormuşçasına ovanın altında su yollarıyla nem saban izlerini örttüğü bu yeşillik tavanını delip geçiyordu.(Syf137)
...Güneş ışığı bile bol otlar arasından süzülüp geldiği bu bataklıklı çıkmazda üzünçlü bir tavra bürünür ve ölü sulara solgun yansır.(Syf162)
Barret'in tarlaları insanoğluna artık hiçbir zaman ait olmamalıydı. İğrenç hayvanlar burada yuvalarını yapadursunlar, ne kadar çok ürerlerse o kadar iyi olurdu.