Ben ki “Dabbe”leri “Siccin”leri şarabın yanına peynir tabağı yapmış bir cengaver…
Ben ki “Annabelle”leri “The Conjuring”leri biranın yanına fıstık etmiş bir yiğit…
Ben ki “Halka”ları “Garez”leri rakının yanına kavun diye kesmiş bir gözü kara…
Ben ki “Paranormal Activity”leri çizgi film niyetine izlemiş bir civanmert…
Dedim ki “Korku öyküleri mi beni korkutacak?”
Nitekim korkmadım… Ama çok çok çok eğlendim. Sevgili yazarımızın su gibi akıp giden ve esprili anlatımı, bana sanki Alper Canıgüz okuyormuşum hissiyatı yaşattı. Sürpriz üzerine sürprizlerin de olması bu okumaya daha da heyecanlı bir hava kattı. Keşke biraz daha uzun olsaymış, tadı damakta kaldı.
Sevgiyle…
#kumsalda
-MEHMET FIRAT PÜRSELİM
“Bu evde hiç saat gördünüz mü çocuklar? diyerek duvarları gösterdi Dede. Ne duvarlarda ne de başka yerde saat vardı. Her yerde raflar ve içlerinde dolu dolu kitap bulunuyordu. ‘Boşuna bakınmayın göremezsiniz. Çünkü benim zamanı bölmeye, parçalamaya, dağıtmaya ihtiyacım yok. Ben onu bütün halinde yaşıyorum. Yaşadığım her anından da keyif almaya bakıyorum. Oysa siz özellikle de sen hanım kızım, zamanı hayatı huzursuzca tüketilmesi gereken bir şey gibi yaşıyorsun. Oysaki zamanı ne tüketmek ne de biriktirmek mümkün, onu sadece yaşarsın.”
Korku hikayelerini sever misiniz?
Peki bu hikayeler şehir efsanelerini konu alan cinler, periler, hayaletler üzerine olursa?
Uzun zamandır bu türü okumuyordum. Hem izlemeyi hem okumayı çok severm oysaki. Yenilenmiş gibi hissettim ve bu şehir efsanelerinin özgün korku öyküleriyle birleştirilmesine de ayrı bayıldım. Ayrıca kitabı #cevizinseçkisi etkinliğim için seçmiştim iyiki diyorum.
Deniz kenarında, ateşin başında oturmuş birbirlerine korku dolu hikayeler anlatan dört gençle adım atıyoruz öykülere. Kısa kısa ama ürpertici yanları ve gerçek günlük hikayeleri çağrıştırması bence ilgi çekiciydi. Tüyler ürperten cinler alemi, lanetli dilek mektubu, ormandaki ıssız kulübe, kargalarla yarenlik eden gizemli kadın.. Dört gençten aralarına katılan son gencin anlatacağı hikayeye kadar çember kapanmayacaktı.
Herkesin yaşadığı, duyduğu tanık olduğu bir korku hikayesi vardır. Peki sizin bir hikayeniz varmı?
Kumsalda adlı kitabını dün gece okudum. Gece gece korktum hakikaten, tüylerimin ürperdiğı yerler oldu. Zaten yazarımız da kızının ve yeğeninin isteği üzerine yazmış eseri. "Umarım korkarsınız." temennisiyle de giriş yapmış ithaf kısmından asıl konuya. Korkarak da olsa keyifle, bir solukta
"O kadar hızlı ilerliyoruz ki, ruhlarımız bize yetişemiyor, gerimizde kalıyor. Burada durup onları bekleyeceğiz. "
Sizin yaşadığımız dünya da hep acele üzerine kurulu; insanlar hep bir şeylere yetişmeye çalışırken aslında en önemli şey olan hayatı kaçırıyorlar da farkına bile varmıyorlar. Geçen günleri gazetelerden, aylan kredi kartı ekstrelerinden, mevsimleri mağazalardaki indirimlerden, yılları ise takvimlerden izliyorlar. Güneşin doğuşunu, yağmurun kokusunu, kuşların göçüşünü, doğanın uyanışını görmüyorlar, duymuyorlar, hissetmiyorlar. Hayatları boyunca o kadar acele ediyorlar ki, ruhları sahiplerini kaybediyor. Şehirler adetâ kayıp ruhların gettosuna dönüşmüş, lakin kimse farkında bile değil. Insanlar ölüyor ama kayıp ruhları şehrin altından geçen metroların içlerinde, göğü delen gökdelenlerin tepelerinde, acı içinde kıyamete dek sahiplerini aramaya devam ediyor.
Benim zamanı bölmeye, parçalamaya, dağıtmaya ihtiyacım yok. Ben onu bütün hâlinde yaşıyorum. Yaşadığım her anından da keyif almaya bakıyorum. Oysa sen, zamanı ve hayatı huzursuzca tüketilmesi gereken bir şey gibi yaşıyorsun. Oysaki zamanı ne tüketmek ne de biriktirmek mümkün, onu sadece yaşarsın. Bazen bir çiçeğin açışından, bazen bir karıncanın yürüyüşünden, bazen bir koyunun yavrulayışından keyif alırsın. Tüm benliğinle, ruhunla huzuru hissedersin.