Otuz Yıl Savaşlarının Avrupa’yı kasıp kavurduğu, bulaşıcı ve toplu bir cinnet hâlinin yaşandığı, büyücülüğün ve cadı avının kol gezdiği, gelişigüzel ihbarlarla insanların engizisyonun ve işkence mekanizmasının pençesine düştüğü, korkunun her yere yayıldığı, veba salgınlarının halkları kırıp geçirdiği bir dönemde hayatı tüm bunlarla iç içe geçen ve birinden ötekine savrulan kürek mahkumu Johan Ot’un hikayesi anlatılır.
Otuzyıl savaşları ortaçağ, orta Avrupa, her yer alev alev, terör her an her köşede, fanatizm kötülük kolkola, bütün bu hengamede kahramanımız johan ot kaderin rüzgarlarıyla savruluyor. Kah engizisyona kaptırır yakayı kah sapkın örgütlere kah tüccar olarak hayatın nimetlerini sömürür kah kürek mahkumu olup anlamını sorgular. Maceralar maceralar, heyecanlı çok canlı, okumamak olmaz (o derece yani )
Yazar ortaçağın kötü taraflarını (veba, cadılar, insanlıkdışı idamlar vb.) kendi üslubu ile harmanlamış ve romanlaştırmış. Kitabın giriş bölümü hem akıcı hem de merak uyandırıcı idi ve okura bir çok şeyi bir anda veriyordu ancak sayfalar ilerledikçe yazarın ve olayların tempous düştü. Kitabın başında aldığım tadı geri kalanında alamadım ne yazık ki. Kitabın konusu (ortaçağın karanlık yüzü) dışında geriye kalan şeyler ne çarpıcı ne de çok etkileyiciydi, hatta zaman zaman sıkıcı oluyordu. Genel olarak güzel olsa da seçtiği konu karşısında zayıf kalmış bir eser olduğunu düşünüyorum. Tüm bunların yanında ortaçağın tüm kötülüklerini bir arada okumak da tüyler ürpertici olabiliyor, aşırı dindarların birilerini suçlu ilan edip onları yakarak ya da benzeri bir yolla yok etmeye çalışması, toplumsal fanatizmin ortaya çıkardığı büyük yıkım gerçekten korkunç.