Otobiyografi, Kadın, Cumhuriyet

Kurgulanmış Benlikler

Nazan Aksoy

Oldest Kurgulanmış Benlikler Quotes

You can find Oldest Kurgulanmış Benlikler quotes, oldest Kurgulanmış Benlikler book quotes, the most impressive sentences and paragraphs on 1000Kitap.
Kadın Otobiyografilerinin Tarihi
Kadın yazarlar toplumun önüne ancak kişilikleri, davranışları, akılları ile tutarlı bir kimlikle çıktıkları zaman erkek dünyasına kabul edileceklerine inandıkları için, uzun bir süre bedensel yaşantılarına hiç yer vermemişlerdir. Amerikalı otobiyografi araştırmacısı Sidonie Smith bunu şöyle açıklıyor: “Kadınların bedensel olmayan bir yaşantıyı
sayfa 47/8Kitabı okudu
Kadın Otobiyografilerinin Tarihi
Feminist kuram kadını bastıran, kadını bir "başkası” gibi gören Rönesans humanizması, burjuva liberalizmi, milliyetçilik, sömürgecilik, Marksizm, Freudcu psikanaliz gibi bütün evrenselci kuramlara karşı çıkarken, bu kuramları sorgulayan düşünceleri, başta yapısökümü ile sömürgecilik-ötesi kuramlar olmak üzere postmodern fikirlerin beslediği yaklaşımları benimsedi. Bu yüzden kadın otobiyografileri üzerinde çalışanlar beyaz erkek toplumunun dışladığı eşcinsellerin, değişik ırklardan gelenlerin, üçüncü dünya kadınlarının otobiyografilerinin incelenmesine de önem verdiler. Özel alan ile kamusal alanın birbirinden ayrılmasının kadınlar için sınırlayıcı olduğuna inanan feministler bu ayrımı reddedip asıl sorunun erkeklerin belirlediği kamusal alana çıkan kadınların burada erkeklerin koydukları kurallara göre mi, yoksa kendi bildikleri gibi mi durduklarını incelemek olduğu kanısına vardılar. Bu konu kadın otobiyografilerinde merkezî bir sorun olarak ortaya çıkar; özellikle Türkiye gibi kadının toplum hayatına karışmasını modernleşmenin bir parçası olarak gören ülkelerde kadınların kamusal alandaki varoluş hikâyeleri apayri bir anlam kazanır. Kadın acaba farklılığını kendi özel alanından çıktığı zaman ne ölçüde sürdürebilmektedir? Dahası, kadınlığını erkeklerce dışlanmadan nasıl yaşayabilir?
Reklam
Kadın Otobiyografilerinin Tarihi
Otobiyografi araştırmacılarını en çok etkileyen toplumsal cinsiyet odaklı yaklaşım Nancy Chodorow'un çözümlemesidir. Chodorow'a göre analık kurumu toplumca üretilir, analık kavramı da yine toplumca kuşaktan kuşağa geçirilir. Bu kurama göre kız çocukla anne arasında preödipal evrede bir yakınlık doğar. Anneyle kız çocuk erkek çocukla özdeşleştiğinden çok daha büyük ölçüde özdeşleşir; erkek çocuk ise, babanın dünyasına hızla geçip annesinden koparken, kız çocuğun anne ile birlikteliği daha uzun bir süre devam eder. Erkek çocuk anneden kesin olarak koptuğu için eril kimliğini kadına özgü olanı bastırarak ya da reddederek kurar, babası ile özdeşleşirken annesi ile arasındaki farkı belirginleştirir. Oysa aynı dönemde anne ile kız çocuk arasında çok daha yakın bir bağ kurulur. Bu yakınlık kız çocuğun kimliğinin değişken olmasını, benlik sınırlarının esnek olacak bir biçimde çizilmesini ve başkalarıyla özdeşleşme yeteneğinin daha yüksek olmasını sağlar. Kız anneden daha yavaş ve daha geç koptuğu için, büyüyünce anne-çocuk beraberliğine anne olunca yeniden kavuşacağını düşünür. Chodorow kız çocuğun kişiliğinin çevresiyle uyum içinde geliştiğini söyler. Ama bu yaklaşım özgürlük, arzu gibi kavramlari erkek dünyasına bırakırken, sevgi, anlayış, koruyuculuk, dayanışma, kendini başkasının yerine koyabilme gibi kavramları kadınlar dünyasına bırakır. Bu da toplumsal hayatta var olan cinsiyet rollerinin kabullenilmesi, meşrulaştırılmasıdır zaten. Sevici feministler kadınlar arası ilişkileri öne çıkaran bu yaklaşımdan yararlanmışlardır.
Kadın Otobiyografilerinin Tarihi
Cinsiyetin kültürel etmenlerle belirlendiği görüşüne dayanan kuramlar Fransız kadın hareketini de etkilemiştir. 19. yüzyılda dilin saydam olduğu yolunda bir görüş vardı. Yapısalcı dilbilimin gösteren ile gösterilen, dil ile özne arasındaki ilişkiyi sorunsallaştırmasıyla bu anlayış geçerliğini yitirdi. Bu sorunsallaştırma sürecinde seksenlerde Fransız feminist araştırmacılar kız çocuğunun dilin dünyasına girmesini, kadının dilin sembolik dünyası ile kurduğu ilişkiyi yeniden incelediler. İnsanın preödipal evreden ödipal evreye geçmesi aynı zamanda dilin dünyasına girmesi demektir; çocuk artik annesi ile olan kusursuz bütünlüğünü yitirecek, bir başına kalırken ömür boyunca kavuşulamayacak olan bu bütünlüğü yeniden kazanma arzusuna da tutsak olacaktır. Bu arzusunu gerçekleştirmek için elinde kalan tek araç dildir; dil onun hayatındaki eksikliği yansıttığı kadar bu eksikliği giderme umududur da. Ne var ki bu dil babanın dilidir. Çocuk dilin dünyasına girip kendi kişiliğinin bilincine varırken cinsiyetini de fark eder. Cinsiyet farkı dile girişle başlar. Erkek çocuk baba dilini kullanarak, baba ile özdeşleşerek onun dünyasının temsil ettiği iktidarı öğrenmeye başlar; kız ise babanın dilini kullanamayacağını bildiği halde, bu dilin şifrelerini çözmeye çalışır. Baba kanununun hâkim olduğu bu dünyada kadının kültürel cinsiyeti bu dünyaya kabul edilmek için vereceği beyhude bir mücadeledir.
Otobiyografi ve Beden
Günümüzün postmodern kuramcıları kişinin bedeninin sadece kendine ait olmadığını söylerler. İnsanın bir bedeni olması o beden üzerinden bir kimlik kurmayı ve bir hayat hikâyesi yazmayı mümkün kılsa da, tek bir bedene hapsolmuş bir öznelik konumu bir yanılsamadır. İnsan kendini başkalarından ayıran, kendini kendisi olarak en iyi duyumsadığı bedeninde bile “yuvasında” değildir. İnsanın bir yuvasi olmadığını duyacağı tek yer bedendir çünkü, bedenimizde de başkalarıyla yaşarız. Biz doğmadan yazılmıştır bedenin kanunları.
İlk Dönem Kadın Otobiyografileri: Osmanlı'dan Cumhuriyet'e
O halde, kadınlar hem modernleşme projesinin en önemli unsurlarıdırlar, hem de bu projedeki rollerine kendileri değil, erkekler karar vereceklerdir. Burada üzerinde durulmasi gereken bir başka nokta da, modernleşme yanlısı erkeklerin geleneksel aile düzeni ile dinin getirdiği baskıdan yeni bir kadın modeli aracılığıyla kurtulacaklarına inanmalarıdır. Otoriter bir babaya, bir başka deyişle, yaşlanan kuşağın mutlak iktidarına karşı yeni kuşağın erkekleri kadınlarla el birliği edeceklerdir, ama kadınların bu ortak projede yer alabilmeleri için kendilerine tanınan özgürlüklerle yetinmeleri, daha fazlasını talep etmemeleri de gerekmektedir. Her ne kadar Türk modernleşmesinin bireyi temel almadığı söylenirse de, kadınlardan beklenen şey onların bireyleşmesi değildir; yenileşme sürecinin başlangıcında kadınların da ilk özlemi bireyleşmek olmasa gerekti. Kadın özgürlüğünü asıl tehdit eden şey, yeni bir ulus inşa edilirken ihtiyaç duyulan milliyetçi söylemin “eril” bir ulusal kimlikle yönlendirilmek istenmesidir. Bu modelde, kadın bir “beden” değil, bir “zihin”dir; Deniz Kandiyoti’nin dediği gibi, “cinsiyetsiz” bir kadın kimliğine kamusal alanda yer vardır ancak.
Reklam
17 öğeden 11 ile 17 arasındakiler gösteriliyor.