Kurtuluş Savaşı Destanı

Nazım Hikmet Ran
«Dörtnala gelip Uzak Asya'dan Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan bu memleket bizim.Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak ve ipek bir halıya benziyen toprak, bu cehennem, bu cennet bizim. Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,yok edin insanın insana kulluğunu, bu davet bizim...Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine, bu hasret bizim...»
"Geceler minare boyundaydılar./ Ve başları bembeyaz parçalanıp dağılıyordu./Yine birdenbire anlıyorum ben Yunus'u./Bence onda, dile gelmiş Türk köylüsü./Öte dünyaya dair değil./Bu dünyaya dair kaygılarıyla,/O topraktan öğrenip./Kitapsız bilendir./Hoca Yunus Emre geldi aklıma,/Başka türlü Nasreddin gibi ağlayan,/Bayburtlu Zihni gibi gülendir, /Ferhaddır./ Keremdir./ Ve Keloğlandır".
Sürerim sürerim gitmez gadana Fransız kurşunu da geçmez adama Varın söyleyin mazlum anama Analar da böyle yiğit doğurur.
"Ve kadınlar bizim kadınlarımız: korkunç ve mübarek elleri ince küçük çeneleri,kocaman gözleriyle anamız, avradımız, yarimiz, ve sanki hiç yaşamamış gibi ölen ve soframızdaki yeri öküzümüzden sonra gelen, ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız, ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki, ve karasapana koşulan ve ağıllarda ışıltısında yere saplı bıcakların oynak ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan kadınlar bizim kadınlarımız."
"Karayılan olmazdan önce umurunda değildi Karayılan'ın kıyamete dek gavura verseler Antep'i. Çünkü onu düşünmeye alıştırmadılar. Yaşadı toprakta bir tarla sıçanı gibi ve korkaktı bir tarla sıçanı kadar."
Resim