Söz uçar yazı kalır demişlerdi atalarımız.
Ramazan dolayısıyla kısa kısa kitaplar seçip yerleştirdim kütüphaneme. Ard arda 2 Şükrü Erbaş kitabı okudum. Duygu yoğunluğundan ötelere sürüklendim. Belki roman okusaydım daha çabuk geçerdi zaman. Kelime kelime, harf harf duraksadım her bir satırında. Şiir, şiirin hikaye hali, şiirin makale hali, şiirin insan hali, şiirin tabiat ana hali, şiirin şiir hali…
Şiirle yol aldım bu yaşıma dek. Şiirle bir yarayı merhemledim. Şiirle gurbetin köşelerini perçinledim. Sözler uçar dedilersede uçmayan sözler şiir yarattı hafızamda. Yürüdüm akıl boşluğu ile gökyüzü loşluğu arasında. Şehrin betonlaşmış yüzüne bakan penceremden bir güzelliğe şahit oldum. Kelimeler canlanıp penceremden gökyüzüne çıktı. Ordan şehrin en yalnız köşelerine gitti, çocuk seslerine karıştı parklarda. Bir mezar başında ağıt yakıp, dokunulmamış göz yaşlarına değindi. Kaldırımlarda dolaşıp, bulutların yeryüzüne inmesiyle penceremden içeri akıp kitabın sayfalarına karıştı. Söz uçtu, yazı kaldı. Yazı bende ne kadar çok kaldı diyecek olursam, hatta dememe gerek kalmasın… ben üç nokta bırakayım siz anlayın…
“ dokunmak, hayal etmekten büyükmüş”