Eğer insan sonunda kendini bulmak istiyorsa, kendisinden uzaklaştıran yolları takip ederek boşuna kendini aramış olur. Bu yolları takip etmekten umabileceği tek şey, düzenlemek, sonuç olarak hizmet etmektir; aslında bu şeyler ancak ona hizmet etmek içindir.
Luther yarı köylü, naif bir isyanı ifade etti. Calvin ticaret şehirlerinin orta sınıf özlemlerinin ifadesi oldu: Onunkisi ticari işlere aşina bir hukukçunun tepkileriydi.
Mahrem dünya, tıpkı ölçüsüzlüğün ölçüye, deliliğin akla, sarhosluğun
bilinç berraklığına karsıtlığı gibi, gerçeğe karsı durur.Yalnızca nesnenin
bir ölçüsü vardır, ancak nesnenin kendisiyle özdesliğinde akıl vardır,
bilinç berraklığı ancak nesnelerin tek tek bilgisinde mevcuttur.Öznenin
dünyası gecedir: Bu hareketli, sonsuzca süphe çekici dünya, aklın uyku
sunda, canavarlar doğ u rur."Gerçek" düzene hiç de tabi olmayan ve ancak simdiki zamanla ilgilenen özgür "özne" hakkında deliliğin bile yatıstırılmıs bir fikir verdiğini ileri sürüyorum.Özne kendi alanını terk eder ve gelecek
zamanı dert ettiğinde, gerçek düzendeki nesnelere tabi olur.Çünkü özne,
çalısınaya tabi olmadığı ölçüde, tüketmedir."Olacağı" değil de "olanı"
dert ediyorsam, yedektc hiçbir sey tutmamak için nedenim ne olabilir?
Sahip olduğum bütün malları, karmakarısık bir halde, derhal anında
tüketebilirim.Bu gereksiz tüketim benim hosuma gider, yarın kaygısı anında
ortadan kalkınıstır.Bu sekilde ölçüsüz tüketsem de, mahrem halimi hem
cinslerime gösteririm: Tüketme, tek tek varlıkların iliskiye girme yoludur
Kesinliğin yöntemli ve ağır ağır işleyen kurallarını ihmal etmek boşuna olur, ama adaba uygun bilgilerin uykusuyla kendimizi sınırlandırırsak muamma nasıl çözülür, evrenle nasıl boy ölçüşürüz?
Bu hakikat paradoksaldır; öyle ki genellikle göründüğünün tam tersi olur.
Bu paradoksal karakterin özelliği, taşkınlığın doruk noktasındaki anlamın her biçimde örtülü olmasıdır. Günümüz koşullarında, zenginliği işlevine, bağışa, karşılıksız harcamaya yönelten temel hareketin bulanıklaşması için herkes elinden geleni yapmaktadır. Bir yandan, Dna ve talan sürdüren mekanize savaş bu hareketi insan iradesie vabancı ve düşman olarak niteler. Diğer yandan, yaşam düzeyinin vükselmesi asla bir lüks gerekliliği olarak gösterilmez. Lüks talep eden hareket aynı zamanda büyük servetlerin lüksüne karşı bir protestodur:
Böylece bu talep adalet adına yapılır. Elbette adalete karşı çıkmak gerekmez ama şunu gözlemlemeye izin vardır ki, burada adalet kelimesi tam da zıddı olan özgürlüğün derin hakikatini gizlemektedir. Adalet maskesi altında genel özgürlüğün zorunluluklara köle edilmiş yaşamın yavan ve etkisiz görünümüne büründüğü doğrudur: Bu, daha ziyade, özgürlüğün en doğru sınırlarına indirgenmesidir, yoksa tehlikeli bir şekilde zincirinden boşanma değildir, ki bu anlamını yitirmiş bir sözdür. Kölelik riskine karşı bir garantidir, yoksa riskleri üstlenme iradesi değildir, bu riskler yoksa özgürlük de olmaz.
Lanet duygusu, zenginliklerin tüketilmesinin bizden talep ettiği hareketin bu ikili bozulmasına bağlıdır: Büründüğü canavarca biçim altında reddi; geleneksel biçimi bundan böyle adaletsizlik ansavaşın lamına gelen lüks israfın reddi. Zenginlik artışının hiç olmadığı kadar büyük olduğu bir dönemde bu artış bizim gözümüzde bir anlamda lanetli pay olarak hep sahip olduğu anlamı iyice edinir.