Coudray kanal barajının bekçisi, güvensiz bakışları, sarkık bıyıkları, çizgili kadife elbisesiyle, çiftlik kâhyalarını andıran, zayıf, mahzun duruşlu bir adamdı. İki günden beri hikâyesini anlatıp durduğu gazeteci, jandarma, Corbeil kasabası polisleri ve savcılık görevlilerinden oluşan ellinin üstünde insanla Maigret arasında herhangi bir fark gözetmiyordu. Bir yandan konuşurken, bir yandan da gözleriyle, Seine Nehrinin yeşilimtırak mavi yüzeyindeki akıntının her iki yönünü kollamaktan geri kalmıyordu. Aylardan kasımdı. Hava soğuktu ve bembeyaz, çiğ beyaz bir gökyüzü, suyun yüzünden yansıyordu. -Hasta karıma bakmak için sabah saat altıda kalkmıştım... (Maigret, bakılması gereken hasta karıları olanların nedense hep böyle, mahzun bakışlı, dürüst kişiler olduğunu düşünmüştü o an.) Daha ocakta ateşi tutuşururken bir şeyler işitir gibi oldum, ama aldırmadım. Sonra birinci kata çıkıp da karım için yakı hazırlarken birinin bağırmakta olduğunun farkına vardım. Aşağıya indim. Kanal kapağının oraya geldiğim zaman, barajın kenarına siyah bir cismin yaslanmış olduğunu gördüm, hayal meyal. (Kitabın Girişinden