Âşıksanız, aşk hoş şeydir; aşktan kurtuldunuzsa, boş şeydir; âşık olmadınızsa, yazıktır; olup atlattınızsa, geçmiş olsun! Hâlâ âşıksanız, şifalar dilerim.
Her kokunun kendine göre bir hararet derecesi ve hatta kıyafeti olduğuna hükmettiğim çoktur.
Kimi parfön bir vücudu soyundurur, kimisi örtüp
gizler, kimisi kürklere bürünmüş, kimisi yaz yağmuru yemiş,
kimisi de güneş banyosundan çıkmış gibidir.
Ben ağlamış suratlı ne insan, ne mevsim, ne manzara severim. Hem sonbahar hiç de şairlerin gördüğü gibi derdi ve dermansız, benzi uçuk ve ciğeri iltihaplı, elem ve ölüm düşündürücü değildir. Bilakis her mevsimden fazla gösterişli, şaşaalı, sıhhatte ve iştah açıcıdır; daha doğrusu kızıl elma yanaklı, kırmızı biber dudaklı, sert ayva göğüslü, diri kestane etli ve kara üzüm gözleri
Allah'tan pırıl pırıl, kasımpatı saçları fıtretten
bukle bukle, sağlam, dinç bir güzelliktedir.
Pek sıhhatte, pek sevimli olmak şartıyla insan yavruları, ancak kedi yavruları kadar güzel sayılabilir. Dilimizde yeni doğmuş kedilerin ayrı bir ismi olmamasına üzülürüm. Köpek yavrusunun "enik" gibi hususi bir adı var da niçin kedininki yok? Belki de vardır, zamanla unutulmuştur.
Keşke bir kadın, sevgilisinin veya çocuğunun hasretiyle döktüğü gözyaşlarını bir demet haline getirebilse, bu elem çiçeklerini toplayabilseydi: Aşkının şüphe götürmez delillerini, ispatlarını saklaya bilmiş olurdu ve bir cihan harbinden sonra dünya mezarlıkları onlardan örülmüş çelenklerle baştan başa örtülür, harp meydanlarında dökülen kanlar, dökülen gözyaşlarının mor menekşelerine bürünürdü!
“Bizim yaşta olanlar, alışkanlar için İstanbul mehtaplarında İstanbul'a mahsus, bestekârı adsız halk türkülerini dinleyememenin sabah kahvesini içmemek kadar insanı tedirgin ettiğini şimdiki nesil nasıl ve nereden bilsin?”