Uzun yıllar sonra bitirmem tam bir ay süren bir kitap okudum. Ama bu uzun sürenin kitabın kalınlığı ya da akıcı olmaması gibi nedenlerle en ufak alakası yok. Martin Eden’ı okumamın bir ay sürmesinin sebebi çok dolu, derinlikli ve okurken içime işleyen, kendimi bulduğum bölümlerin çok fazla olması aslında. Okuduğum çoğu cümleyi özümsemek ve üzerine düşünmek istedim. Favori yazarım olan Jack London’ın bu 480 sayfalık eseri aslında bir anlamda kendisinin yazarlığa girişini anlattığı yarı-otobiyografik bir roman. Yazıldığı dönemdeki felsefi, edebi ve bilimsel gelişmeler ile çevreleri de roman karakterleri üzerinden ustaca eleştiriyor. Aynı zamanda kitaba da adını veren baş karakter üzerinden dönemin elit topluluklarını, bireyciliği, sosyalizmi ve adına sonradan kapitalizm denecek yeni dünya düzenini detaylıca tahlil edip, kendi dünya görüşüne göre yargılarda bulunuyor. Mutsuz ama çarpıcı bir sonla eseri bitirirken ise roman boyunca çarpıştırdığı düşüncelerine son darbeyi keskin bir şekilde vuruyor. Burada bir not da kitabın çevirmenine düşmek istiyorum. Kısa ama kitabı anlamak için büyük önem taşıyan önsözden bu esere ne kadar değer verdiğini ve okurken nelere dikkat etmemizi anlarken, çok titizce ve gereksiz bilgilerden uzak durarak hazırladığı açıklamalı dipnotlardan da eserin yazıldığı süreçteki olayları, kişileri ve onlara bakış açısını çok net kavrıyoruz. Çevirmenin bu detaylı çalışması olmada eserden alınacak tat çok daha yavan kalırdı zannımca. Bu da çevirmen ve yayınevinin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha hatırlatıyor bana.