Gogol'ü toplumun aksak yönlerini mizahi dille eleştirirken görmeye ve onun bu yönünü yüceltmeye alışık olsak da yazarın bunu bir kenara bırakıp özüne; Ukrayna ve Kazak kültürüne dönmesine bayılıyorum.
Büyük yazarımız bunu iki yerde yapıyordu: Sanat yolunu aradığı ilk dönem eserleri ve toplumsal eleştiriden zarar görmeye başlayıp sığınak olarak öz kültürüne döndüğü eserler.
Mayıs Gecesi ve Portre yazarın ilk dönem eserleri arasında yer alıyor ve bence Gogol'un ruhunu görmek için okunması gereken ilk eserler bu kitaplar.
Ruh diyorum çünkü gerçekçiliğin öncüsü olan yazarımız bu öykülerinde gözle görülür şekilde romantizme kayıyor, bazen taraf tutuyor, bazen onunla aynı çıkarımı yapmamız için belli noktaları ısrarla vurguluyor.
Mayıs Gecesi Ukrayna taşrasında geçen bir aşk hikayesini konu alıyor. Elbette içinde Gogol mistisizmi de var. Yazarın bu eserdeki doğa tasvirine hayran olmamak mümkün değil. Özellikle ay ışığının olduğu tasvirler büyüleyici. Gogol, bu tasvir özelliğini ilerleyen eserlerinde bırakmış ve daha nesnel mekan tasvirlerine yönelmiş. Bu açıdan da Mayıs Gecesi, diğer eserlerinden ayrılan bir eser.
Portre'de ise Gogol, ruha ne denli önem verdiğini gösteriyor ve ruhunu terk edip hırslarına yenik düşen bir ressama romantizme kaçarak taraflı bir ders veriyor.
Toparlamak gerekirse son derece keyifli, akıcı bir eser. Gogol'ü alışılmadık yönleriyle görmek isteyen, ona ilgi duyan okurlara genel olarak tüm kitabı; Zweig tarzı sevenlere Portre öyküsünü öneririm. Keyifli okumalar :)