Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Mehmed Âkif Mısır Hayatı ve Kur'ân Meâli

M. Ertuğrul Düzdağ

Mehmed Âkif Mısır Hayatı ve Kur'ân Meâli Sözleri ve Alıntıları

Mehmed Âkif Mısır Hayatı ve Kur'ân Meâli sözleri ve alıntılarını, Mehmed Âkif Mısır Hayatı ve Kur'ân Meâli kitap alıntılarını, Mehmed Âkif Mısır Hayatı ve Kur'ân Meâli en etkileyici cümleleri ve paragragları 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Âkif'in, Doğrudan doğruya Kur'ân'dan alıp ilhâmı, Asrın, idrâkine söyletmeliyiz İslam'ı. beytinin, dinde "reform" veya "yenilikler" yapmakla bir ilgisi yoktur. Âkif, dinin, her zamanın insanı tarafından benimsenip sevilmesi için, günün hayatıyla beraber ve onu içine alarak yaşamasını, zamanın ihtiyaçlarına çözümler getirmesini istemektedir. İslâm'ın asrın idrâkine söyletilmesi hususuna fen sahasında küçük bir misal verelim: Kur 'ân'da "Kıyâmet" sûresinin dördüncü ayetinde: "Biz o insanı tekrar parmak uçlarına varıncaya kadar yeniden diriltmeye -yaratmaya- kadiriz" buyurulmuştur. Acaba Cenâb-ı Hak, neden daha çok hayret uyandırıcı başka âzâlarımızı değil de, parmak uçlarını zikretmiştir? Bunun cevabı, parmak izi hakkındaki buluş yapıldıktan sonra anlaşıldı. Hiçbir insanın parmak izi ötekininkine uymuyordu. Bin sene önceki insan, o zamanın bilgisi ile bu "idrâk"e varabilir miydi?
Sayfa 159
bir tefsiri ondokuz kez okumak...
Hafız Ömer Efendi şunları anlatıyor: "Kastamonu'da Nasrullah Camii'nde, Sevr Muahedesi aleyhinde meşhur mev'izasını irad ettiği Cuma günü sabahı, merhumun mektep arkadaşı Kastamonu Maden Müdürü Hasan Bey'in evinde sabah kahvaltısına davetli idik. Orada yanında bir kitap gördüm. Ne olduğunu sordum: "Tefsir-i Celaleyn" olduğunu söyledi. Ve ilave etti: "-Bunu daima yanımda taşır, Kelam-ı Kadim gibi okurum. Şimdiye kadar on sekiz defa hatmettim. Şimdi ondokuzuncu hatme devam etmekteyim." Işte Mehmed Akif'e, bütün müslümanların inanmasının sebebi buydu!.. Akif söylediğinin gerçekten eri idi... O, inandığını söylüyor ve söylediğini yapıyordu. On iki yıldır, yayınladığı şiir ve yazıları ile halkın fikrine, imanına ve ızdıraplarına tercüman olmuştu. Trablusgarp, Balkan, ve Birinci Cihan harplerinin en felaketli günlerinde, müslümanlar, onun, bir ayete verdiği mânâ ile veya bir ayetten aldığı ilhamla yazdığı şiirle teselli bulmuşlardı.
Sayfa 136
Reklam
Mehmed Âkif, bütün ömrü boyunca Kur'ân'ın yolunda yaşamış, yurdundan ayrılmaya mecbur kaldığı son yıllarda Kur'ân'a sığınmış ve ölmek için vatana döndüğünde, bütün vaktini, kendisine Kur'ân okuyan güzel sesli gerçek dostlar ve Kur'ân sadâları arasında geçirmiş, öylece Rabb'ine kavuşmuştur. Mehmed Âkif'in bütün ömrünün, nasıl Kur'ân-ı kerîm ile geçtiğini en yakından bilenlerden Eşref Edib Bey, onun bu hâlini ve son günlerinde duyduğu Kur'ân iştiyâkını şöyle anlatır: Üstad, öteden beri, Kur'ân dinlemesini pek severdi. İstanbul'da dinlemediği hâfız yoktu. Sonra her gün bir miktar Kur'ân okumayı eskiden beri itiyad edinmişti. Kur'ân okumadığı gün hemen yoktu. Bu, Kur'ân okumak ve dinlemek, onun için en büyük mânevi bir zevk idi. Bâhusus son seneleri hep Kur'ân tercümesiyle geçtiği için, artık Kur'ân onun bütün kalbini, bütün varlığını kaplamıştı.
Sayfa 141 - Şule, 2015
Âkif, maddî sıkıntı içindeydi, ama halinden şikâyet etmiyordu. Hatta Abdülvehhab Azzâm, kendisine, üniversitede Türkçe muallimliği teklif ederken, "Âkif Bey, bilmem ki, size zor mu gelir? Zahmet olur mu?" diye sorunca, şöyle cevap vermiş: "Doktor, size bunu ben arzetmek istiyordum. Sizinki keramet gibi oldu. Param bitti, çareler düşünüyordum" "Efendim, Kahire'ye gidip geleceksiniz, çoluk çocuğa gramer okutacaksınız" deyince de, Abdülvehhab Azzâm'ı ağlatan şu cevabı vermiş: "Hamallık yapmaya da razıyım..."
Sayfa 304 - Şule, 2015
Cahil dahi vs Gerçek alim
Mehmed Âkif, "Âsım"daki bu mısralarından birkaç sene önce, Safahat'ın dördüncü kitabı olan "Fâtih Kürsüsünde"de, İslamiyet'te "reform" yapmak niyetiyle "ictihad"a (Kur'ân'dan yeni hükümler çıkarmaya) kalkışanları çok ağır şekilde tenkid etmişti. Çünkü onlar, Akif in dediği gibi iyi niyetle, gerçekten işin
Sayfa 156
"Âkif Bey o günlerde, millî dînî şahsiyetin en önde gelen temsilcisi idi. Böyle olduğu için de, bu şahsiyeti yok ederek tamamen batılı olmaya azm etmiş bulunan yeni rejim liderleri için önemli bir tehdit oluşturuyordu. Kendisine maaş bağlanmak şöyle dursun peşine polis takılıp takip ettirilerek, rahatsız edilmekteydi. Memleketi terk etmesi için, sanki elden gelen yapılıyordu."
Sayfa 4 - Şule YayınlarıKitabı okuyor
Reklam
"Âkif maddi serveti olmadığı halde, Abbas Paşa da büyük bir servet sahibi olduğu halde, birer fazilet kahramanı olmuşlardır. Biri mahrumiyetlere, diğeri varlıklara karşı göğüs germekle aynı mücadeleyi yapmışlardır. Herkesin yaptığı şeylere o, tıpkı Akif gibi, kadar kayıtsızlık gösterir, o kadar kıymet vermezdi ki, onun yüksek ruhunu anlamayanlar, şaşıp kalırlardı. Birgün söz arasında: -Zenginlik serkeş bir ata benzer, demişti, Sahibinın ufak bir gafletini, yahut münasebetsiz bir hareketini sezecek olsa, derhal yere çarpar."
Sayfa 54 - Şule YayınlarıKitabı okuyor
"Birçok insanlarla, içte ve dışta, siyasi arkadaşlıklarım oldu. Sonunda bütün yanlışların, hataların, âhirete imanın ve İlâhi ceza inancının gönüllerde bulunmayışından doğduğunu anladım. Dertlerin derdi budur. "Karar aldım ki, insanları, partileri, şunun bunun istek ve rızasını değil; sadece Allah'ın huzuruna çıktığımda vereceğim hesabı, ne düşüneceğimi düşünerek, onu göz önüne alarak davranmalıyım.."
Sayfa 316 - Şule, 2015 Mustafa Sabri Efendi
Mehmed Âkif'in hassasiyeti
..."- Cevap yazamadığıma müteessirim, fakat mâzurum, çünkü Kur'ân’ı tercüme edemedim. Hayır, tercüme ettim. Hem bir değil, iki kere tercüme ettim. İlk tercümeyi yaptım, hiç beğenmedim. İkinci bir tercüme daha yaptım, onu da bir türlü beğenemedim. Naim merhumun hadis tercümelerinde yaptığı gibi kavis içinde muâvin kelimeler kullanarak eksikliği tamamlamak istedim, bu da olmadı. Bu da Kur'ân-ı kerîm'in aslındaki belâgatini bozuyordu. Bazı kelimelerin ve umumi sûrette edatların mukâbillerinin bulunmaması, edebî birer vecize olan bazı cümlelerde ve kısa âyetlerde müteaddid edâtın içtima etmesi, tercümeyi imkânsız bir hale koyuyordu. Kur'ân'ın tam tercümesindeki imkânsızlık, ne benim kusurum, ne de dilimizin. "Ben tercüme ile meşgul olurken Farsça ve Fransızca tercümeleri de gördüm. Benim Türkçe tercümem onlardan yüksekti. Fakat bu nisbî yükseklik, benim edebî zevkimi tatmin etmiyordu. Kur'ân'ın nazmındaki i'câzkâr belâgate baktıkça hayranlığım artıyordu. Tercümemden utanıyordum. Birisi Allah'ın kelâmı idi, öbürü Akif kulunun tercümesi. Bu vaziyette ben bu tercümeyi İslâm ümmetinin ve Türk milletinin eline nasıl sunabilirdim? Bu cihetle onu Mısır'dan getirmedim. Demir kasa gibi sağlam ve emin bir dostuma bırakıp geldim. Ben sağlam kalırsam kısa notlar yazarak noksanları telâfiye çalışacağım. Ölürsem, ne yapılacağını o dostum bilir."
Sayfa 169 - Şule, 2015
Üstad, oğlu Emin'e Arabça okutmak için İstanbul'da Muallim Mâhir'den bir el-Müşezzeb") ister. O da bulup gönderir. Bu münasebetle üstad, 29 Ramazan 344 [12 Nisan 1926] tarihli mektubunda şöyle yazıyor: "Kitaba çok memnun oldum. Bakalım bizim Emin'e onu okutmak istiyorum. Lisan hâfiza işi; oğlanda ise o meleke ötekilerinden de berbad! Ramazan'ın başından beri çalıştığı Tebbet Yedâ sûresini Kadir gecesi dinletebildi, o da dört yanlışla! Sonra da bana, "Baba beni hâfız mı etmek istiyorsun?" demesin mi? "Oğlum, böyle birşey aklımdan geçmedi. Zaten baksana, maazallah öyle bir tasavvurum olsa, bu gidişle ömr-i beşer değil, ömr-i beşeriyet bile yetişmeyecek" dedim. "Maamâfih çocuğun gayet iyi bir hâli var: Kendisinden son derece memnun"
Sayfa 39 - Şule, 2015
Reklam
"Mehmed Âkif'i en iyi anlayan, en fazla seven ve ona en çok yardım eden bu zâttır. Âkif'in adı yaşadıkça, Abbas Halim Paşa da sevgi ve rahmetle anılmalıdır. Paşa'nın son saatlerini ve vefatını büyük üzüntü içinde Eşref Edib'e anlatan Akif Bey, şunları söylüyor: "Oracıkta diz çökerek birkaç saat içinde hatmini tamamladım. Sonra gözlerimi yüzüne diktim. Donmuş kalmıştım. Hiç ağlayamıyordum. Nihayet dayanamadım. Boynuna sarıldım. İşte ondan sonra ağlamaya başladım... O sırada şu kıta bana mülhem oldu: "Hepsi göçmüş, hani yoldaşlarının hiçbiri yok! Sen mi kaldın, yalınız kâfileden böyle uzak? Postu sermekse merâmın yola, serdirmezler; Hadi, gölgenle beraber silinip gitmene bak."
Sayfa 49 - Şule YayınlarıKitabı okuyor
Mehmed Âkif'in vatanını terk ederek, bir daha dönmemecesine Mısır'a gidip, "ihtiyâr-ı gurbet" etmesinin gerçek sebebi, "rejim düşmanı" sayılarak, polis tarafından takip altına alınmış bulunmasıdır. Yakın birkaç dostunun bildiği bu gerçek, 1950'ye kadar bir sır olarak saklanmış, ancak bu tarihten sonra ilk serbest seçimler yapılıp da Cumhuriyet Halk Partisi'nin ve "milli şef" İsmet Inönü'nün dikta tedhîşi sona erince, açıklanabilmiştir.
Sayfa 14 - Şule, 2015
Mehmed Akif
- Oğlum, sen bu işi basit mi sanıyorsun? Tercümesi istenen eser roman değil, beşeriyetin içtimaî mihverini değiştiren Kur'ân'dır. Herhangi bir ifade ve ibârenin bile her tâbirinde, hattâ her kelime ve harfinde -dil bilgisi bakımından- tasrih ve teşmil, ta'rif ve tenkir gibi incelikler vardır. Mesele Kelâmullah'a gelince...ondaki eslâftan hikâyeleri ve ahlâka ibret tavsiyeleri, emir ve nehiyleri, temsil ve tenzihleri, tebşir ve tenzirleri, vaad ve vaidleri, tergib ve terhibleri.. Başka bir dil ile bi-hakkın söylemek mümkün mü?" Âkif Bey bu zemindeki sözüne devamla, asıl korktuğu âkibeti de açıkladı: "- Dahası var.. Tefsîrsiz ve izahsız tercümeyi eline geçirenlerden bazı mızrak kafalı cür'etkârlar türeyecek. Kur'ân'ın mânâsını -Arapça bilmediğimiz için- anlayamıyorduk, ama işte tercümesi meydanda. Bizim de akıl ve idrâkimiz, bizim de yeter derece kiyâset ve siyasete vukufumuz var, diyerek, pis papuçlarıyla mindere, minbere çıkacaklar ve oradan va'z edecekler, hutbeler (nutuklar) irâdına yeltenecekler. İslâm'daki hakikî mânâ ve maksadı kavramadan, irşad yerine ifsâda kalkışacaklar. Öyle küstahların önüne, ne ile ve nasıl geçilir?"
Sayfa 176 - Şule, 2015
Mehmed Âkif de bizim gibi acılar içindeydi. Vatandan ayrıydı. 1925'ten beri Mısır'da âdeta bir sürgün gibi yaşıyordu. Gerçi Mısır bir İslâm ülkesi idi, ama orası da Ingilizlerin elinde esirdi. Bütün bunlara rağmen, o buna dayanmaya çalışıyordu. Münevver kesimden yakın alâka ve itibar görüyordu, ancak, içi buruktu. Gurbet ellerde yaşamak, can dostlarından ayrı olmak, çekilir gibi değildi. Arada bir yurda gelip gitmeler bile içinde yanan bu inkisar ateşini söndüremiyordu." Âkif'in gurbette bulunduğu o hüzünlü günlerde, içinde bulunduğu ruh halini yeterince anlatmamız elbette ki mümkün değildir. Ama beklediğini bulamamanın verdiği hayal kırıklığını biz de yaşadığımız için iyi biliriz. Vefa ve kadirşinâslık gibi beklentiler, insan olarak özelliğimizdir. İhanete uğramak yıkar insanı... Kurt gibi kemirir, çökertir. Dost bildiklerinden darbe yemek, onu hüzün ve kedere boğdu. Prens Abbas Halim Paşa'nın izzet ve ikramı, onu hoşnut edebilmek için tarihî yerlere yapılan geziler, Mısır Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nde Türkçe Profesörlüğü bile gönlünde bu hüznü silememiş, en sonunda o dağ gibi adamı hasta yatağına düşürmüştü..*
Sayfa 112 - Şule, 2015 *Mustafa Arafatoğlu
O Çanakkale yazılır şey mi? O ne kudret-i kalemiyye, o ne akıcı üslüp, o ne heyecan! Sonra o tükürün diye başlayan mısralar. O sakin insan nasıl onları yazabilmiş... Efendim, Akif Bey'in hem kudret-i şâirânesini hem zevk-i şi'rîsini isbat eden çok yerler var. Meselâ Ahiret Yolu şiirinde "musallâ taşı"na hitâben yazdığı kıt'alar vardır. Orada bir kelime var. Yıllarca, o kelime beni deli, divâne etti. Bu kelimeyi ancak Akif gibi bir şair koyabilirdi: Senin en son serîrindir şu bî-pervâ uzanmış taş Bu mısradaki "bî-pervâ" kelimesi... Be Allah'ın kulu, bu kelimeyi nasıl buldun, nasıl buraya böyle koydun. Mezarlıkta cenaze namazı kılınmak için tabutun üzerine konulduğu taş, musallâ. Uzun bir taş, serîr gibi, yatak gibi, taht gibi uzun, uzanmış... Ama bi-pervâ, hiç birşeye aldırmıyor, sereserpe uzanmış... Bir tarafta mezarlar, cenazeler, ağlayanlar... Bunların önünde, arasında, bi- pervâ uzanmış bir taş... İnsanların, üzerine, cansız olarak son defa uzandıkları yer. Ya, Çanakkale'deki, Bir hilâl uğruna yâ Rab, ne güneşler batıyor! Bu nasıl söylenir? Bu ne demek yahu! Bu ilham... İnsanı vecde getirir, deli divâne eder. Ben, yıllarca bunun tesiri altında kaldım... Mustafa Sabri Efendi böyle söyleyince, sordum: "Efendim, bunları Âkif Bey'e de söylediniz mi?" "Aaa, kaç kere! Mütevâzı insan. Ben şiirlerini medhederken, utanır, terler, mendiliyle alnını silerdi..."
Sayfa 313 - Şule, 2015 Mustafa Sabri Efendi
175 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.