Melekler şöyle diyor bu konuda:
‘Herkesin bir yaşam amacı var. Bazılarınızınki sadece
harika bir yaşam sürmek. Bu da, ışık işçilerinin ulvi amacı
kadar değerli. ’ Neden mi?
Bunu en iyi Alan Cohen’in cümleleri özetliyor:
'Evimizi şu şekilde de görebiliriz: evrenimizi büyük bir
yapboz olarak düşünün. Bu yapbozda her canlının doldura-
bileceği eşsiz bir yer var, sadece o insanın doldurabileceği
bir parça. Bu koca evrende, sadece o özel kişinin doldurabi-
leceği küçücük bir parça! Mucize şu ki, siz o yapbozdaki ye-
rinizi bulduğunuz zaman, benim de kendi yerimi bulmam için
gereken parçayı yerine koyuyorsunuz. Kendi yerimizi buldu-
ğumuzda, birbirimize güçlü bir şekilde hizmet ediyoruz. ’
Yaşamımın amacı ne diye kafa yorun. Bu konuda meleklerinizden yardım isteyin. Şu ana kadar neyin size coşku verip, sizi kuşlar gibi hafif hissettirdiğine, hangi olayların ya da
haberlerin sizi en çok üzdüğüne, neyin gözlerinizin yaşarmasına neden olduğuna bakın. Tepenizi attıran ne? Dayanamadığınız, seyirci kalamadığınız olaylar ve hisleriniz, bu konudaki en büyük rehberiniz olacaktır. Bir de kime kıskançlık
derecesinde hayransınız? Muhtemelen o insanla yaşam amacınız benzeşiyordur.
Reenkarnasyon ya da eskiden yaşamış olabileceğimize
dair Kur’an’da kesin bir bilgi yok. Doğu inanışlarında ve
Kabala’da reenkarnasyondan söz ediliyor. Hristiyanlık’ta ise
MS 530 yıllarından sonra reenkamasyonla ilgili pasajlar In-
cil’den çıkartılmış. Yalnız üç yerde reenkamasyona ait bö-
lümler gözden kaçmış. Bu pasajların en ünlüsü İsa’ya kör
doğan bir bebek hakkında yöneltilen sorunun bulunduğudur.
‘Kim günah işledi de bu bebek kör olarak doğdu? Bebeğin
babası mı yoksa kendisi mi? ’ İsa’nın gayet normal karşıladığı
bu soru, İncil’deki reenkamasyona ait alıntılardan biridir.
Sonuçta reenkamasyona inanıp inanmamanın önemi yok
aslında. Önemli olan yapılan çalışmanın, hayatınızın amacını
hatırlamanız ve o amaçla ilgili sizi bloke eden etkenleri kal-
dırmanız için size yardımcı olması. İşin güzel tarafı, çalışma
her halükarda işe yarıyor. “Ben bunu uyduruyorum!” deseniz
de, tamamen olaya inansanız da...
Önsöz
İtiraf ediyorum, melekler lafını ilk duyduğumda “Yok
artık!” demiştim. “Neler uyduruyorlar... Bir de melekler çık-
tı...”
Aslında Allah’a ya da evrensel güce inanıyordum, son altı se-
nede bayağı da spritüel kitap okumuştum ama nedense daha ön-
ce meleklere, melekler hakkında bir kaynağa rastlamamıştım.
Şimdi biliyorum, benim için
MELEKLER
Melekleriniz, ilk nefesinizden son anınıza kadar siz-
lerle. Onlar her zaman yanınızda. Sizi korumak, kollamak,
size tavsiyelerini, sevgi dolu sözlerini iletmek, gerektiğinde
size cesaret vermek, gerektiğinde sizi avutmak ve her şeyin
düzeleceğini, hatta çok iyi olacağını söylemek için varlar.
Aslında kulağınıza fısıldıyorlar çoğu kez doğru yolu. Ama
biz genellikle onları duyamıyoruz, ya da ‘bana öyle geldi’
deyip geçiyoruz. Hani içinizden bir sesin, ‘bugün şemsiyeni
al’ deyip de sizin omuz silktiğiniz ve akşam sırılsıklam eve
döndüğünüz gün var ya, sizi dürten onlardı. Ya da gerçekten
yapmak isteyip de bir türlü başlamadığınız o iş, hani hep er-
teleyip durduğunuz... Sizi kalbinizin istediği yola doğru kol-
larınızı sıvamaya usul usul itenler de onlar.
Melekleri Allah’ın sevgi düşünceleri olarak düşünebilir-
siniz. Onlar her zaman sevgi dolu, her zaman sıcak, sevecen
ve saftırlar. Aslında saf sevgidir melekler, çünkü Allah’ın
bizlere uzanan elidirler. Doğal olarak da Allah gibi saf sev-
giden oluşurlar, ‘ego’ dediğimiz karanlık yönleri yoktur me-
leklerin. Özgür iradeleri de yoktur, yolları her zaman ışığın,
sevginin, Allah’ın yoludur.
“Benim de meleklerim var mı?” demeyin. Dininiz, inancınız
ne olursa olsun, sizin de melekleriniz var. Herkesin ama herke-
sin en az iki koruyucu meleği var. Bunu sadece kutsal kitaplar
yazmıyor, duru görüsü güçlü olanlar melekleri görebiliyorlar.