Ben hastayım. Yani bir zamanlar hastaydım. Sesler duyduğumu söylüyordum, renkler değişiyordu, dünya tek renkli bir fotoğraf gibi oluyordu. Aslında, sesler duyduğumdan emin
değildim. Renklerin değişmesi daha gerçekti. Ama ne olursa olsun, o çılgın fotoğrafın içinde yaşarken, zamanı ve mekanı algılamakta zorlanıyordum. İçimden çıkıp gelen düşünce kırıntıları gerçek dünyayla ilişkisi olmayan şeylerdi. Geri dönemiyordum, hangi yolu tutarsam tutayım kendime çıkamıyordum.
Artık kendimi savunmaktan yorulmuştum, düşmanca davranışları görmek istemiyordum. Bu davranışlara karşı savunmalarımı dışa vurmaktan utanç duyuyor, bu utancın da bir tür savunma
olduğunu bilmiyordum.
Günler, saatler, dakikalar birbirlerine benziyorlardı. Zamanın durmadan kendini yinelediği bu yerde, ayakta kalmak için gerçekten büyülü bir güce sahip olmak gerekiyordu. Yanılgıyı, yenilgiyi sindiren, maddeyi duygu haline getiren büyülü bir güce...
Dünya öyle sessiz, öyle boş, öyle keder verici ki, kuşların kanat vuruşları, yarattığı bütün bu anlamsızlık karşısında gülen bir Tanrı'nın acımasız kahkahalarıymış gibi duyuluyor.
Dönüp geriye baktığımda, karmakarışık bir zaman yığını, kısa iplerin üst üste sarıldığı bir yumak görüyorum şimdi. Bugüne dek o iplerden birinin ucunu çekip yumağı çözmeyi çok denedim; ama bu, yumağın daha da karışık hale gelmesinden başka bir işe yaramadı.