“Ben bu halkın, başkaları tarafından kurtarılmayı istediğine inanmıyorum. Git sokaktan çevir birisine sor. "Anarşistler seni kurtarmak istiyorlar, ne diyorsun?" de. "Benim kurtarılacak bir durumum yok, onlar kendilerini kurtarsınlar" der. Halk budur. Hayatında yapmadığı bir şeydir, başkalarını kurtarmak. Git çevir, sor. "Anarşistlere ne ceza verelim?" de. "Asın"’ der. Halk, kesinlikle budur. Asılışınızı zevkle seyreder. Celladın karşısında iki büklüm eğilir, şapkasıyla selamlar onu. Halkı benim kadar tanıyamazsınız. Kıt kanaat geçinmeye alışmıştır. Küçük bir lokma atar ağzına, dikkatlice çiğner ve usul usul yutar, geğirince şükür çeker, öksürünce korkar, çevresine bakınır, acaba bir şey mi oldu diye. Ayrıntıdaki güzelliklere bakmaz halk; onun için, hiçbir şeyin değişmediğini, her şeyin birbirine benzediğini sanır. Halk budur.”
"Kahraman olmak. Evet. Güzel. Çok güzel. Ama kimin için? Bu halk için mi? Bu halkın kahramanı yoktur. Varsa göster. Kahramanların hepsi sahtedir. Neden sahtedir? Çünkü başkalarını kurtarmaya çalışıyorlar. Gerçek kahraman, kendisini kurtarmaya çalışandır. Sen dünyada bana bir halk göster ki başka bir halkı kurtarmaya gitsin. Bana akıllı bir halk göster ki, işkence altında dirensin, inancından taviz vermesin.Yok, gösteremezsin. Yahudi halkı, dünyanın en akıllı halkıdır. Onlar bile baskı ve işkence altında dik duramazlar. Hıristiyan baskısı altında maronalaşırlar, İslam baskısı altında da sabetaylaşırlar. Böyle kahramanlık olur mu? Tabii, bununla halkın hiç kahramanı yoktur demek istemiyorum. Var. Halkın iki zalim açlığı, iki büyük kahramanı var. Biri boğaz açlığıdır ki bunu ekmekle doyurur. Ekmek birinci kahramandır. Halkın ikinci açlığı da apış arası açlığıdır. Bu açlığı da ya kamış ya da yemişle doyurur. Kamışla yemiş de halkın ikinci kahramanıdır.”
"İnan ki sizin gibi gençlerin kör inançlar uğruna kendilerini ezdirmelerine üzülüyorum. Vatan için yararlı ömrünüzü zindanlarda çürütüyorsunuz. Buradaki hoş olmayan uygulamaların aylarca devam etmesi ne kötü bir şeydir. On beş gündür boşu boşuna yirmi kişiyi meşgul ediyorsun. Yazık değil mi bu fakir halkın parasına? Sizin yüzünüzden ülkemize sızdırdırılan casuslarla uğraşamıyoruz. Bir yandan KGB, diğer yandan CIA... Bu fakir devlet kiminle uğraşsın oğlum? Bu devletin başında sen olsan ne yaparsın?”
Ahlaksız sözcüğünü çok kullandığı için ahlak denilen nesneden nefret etmeye başlamıştım. Köleliğin garantisi ya da özgürlüğün durduğu, işlemediği yerde filizlenip serpilen bir olgu olarak canlanmıştı iç dünyamda ahlak.
Rahatlamak için kendi kendime konuşayım diyordum ama duygularına boyun eğdiren sadist bir akıl ve her şeyi kendi ‘ben’ine göre kavramaya çalışan bir ‘ben’ , sözümü, daha ağzımdan çıkmadan iptal ediyordu.
Bu devlet, İran Şahının devleti değildir... Kerim bir devlettir. Mao’yu okuyacağına Kemal Tahir’i oku. Bu devlet, kendi temellerine dinamit koyanlara bile insaflı davranıyor....