Nazım, tüm yapıtında diyalektik materyalist mantığa bağlı kalmıştır denebilir. Belki şu nedenle: Nazım'ın 1925-1940 arasında anladığı bağlamda, Marksizm/komünizm her türlü muğlaklığı ortadan kaldırmış; doğal, toplumsal ve bireysel tüm karmaşıklığı ve çelişkileri sona erdirmiştir. "Vakt-i kerahet" geldiğinde denize karşı demlenen Cevdet Bey'in ruhu "demir çarıklıdır" ve "bir hamam tasının mahrem şehveti" ve "koynuna ilk girdiği kızıl saçlı kadının" anısı ile titremektedir. Nazım Hikmet için modern kent, aslında tam da Necip Fazıl'ın korkusunu biçimlendiren olumsuz özellikleri dolayısıyla haksızlığın ve isyanın, dönüştürüm isteğinin mekanı olmuştur. Nazım Hikmet, modern kentin çatışmacı gerçekliği karşısında mücadeleyi değil, tevekkülü ve içe katlanmayı seven maneviyatçı bireye karşı o tarihlerde iyimserliği açıkça görülen başkaldırıcı/yapıcı tarihsel özne olan proletaryayı öne sürmüştür.
Metropol, lüksün üretildiği ve tüketildiği uzamdır. İstanbul'un büyük caddelerinde ve semtlerinde kolaylıkla izlenebilir bu olgu: İstiklal Caddesi'nde, Bağdat Caddesi'nde , Osmanbey ve Şişli'de, Altıyol'da. Bulvarlar, Benjamin'in vurguladığı gibi flaneur'ün gerçekliği gözlediği ve son kertede yoksulla zenginin varlıklarını karşılıklı olarak algıladıkları, birbirlerini fark ettikleri yer olmaktan çıkmıştır artık. Bulvar, şimdi her türlü lüksün bir tür eşitlenmişlik kisvesi altında pazarlandığı ve görüntüsel tüketiminin sağlandığı yerdir: Herkes dilediği sürece Ak merkez gibi alışveriş mağazalarında (bazılarında sinema bile bulunmaktadır) "window shopping" (camekan alışverişi) yapabilmekte ve eğlenebilmektedir. Malik olamasak bile lüksü gözlerimizle tüketebiliriz