İncil'de Hz. İsa, "İncilerin domuzların önüne saçılmaması" gerektiğini söyler. Aynı şekilde Mevlana, Mesnevi'nin başındaki 18 beytin sonunda der ki:
Pişkinin halini hiç anlar mı ham?
Söz kısa gerektir imdi vesselam...
Yaradılıştan önce ışık (nur) ve karanlık (zulmet) bir aradaydı. Işıkla karanlığın iç içe olduğu ezeli zamanlarda bir kaos söz konusu değildi;parçalanmamış külli varlığa ebedi barış ve sükun hakimdi. Oysa ışığın yaratılmasıyla "karanlıklar ürkerek" kopup ayrıldı ışıktan ve bundan sonra "vahşet" ve "dehşet" dolu yeni bir kaos başladı.
Sevgilinin gözleri... Mecâzların en güzeli; nazın, güzelliğin, zarafetin ve tüm inceliklerinin aslî kaynağı; gözler sadece bir mecâzlar ve mânâlar ambarı değil, aynı zamanda bütün ruh hallerinin değişmez şifresidir; sevginin, sempatinin, yakınlığın, işvenin, cilvenin ve gözyaşının en ince mesajları burada saklı olduğu gibi, öfkenin, nefretin, tekebbürün, tehlikenin ve en derin tezatların yuvası da yine burasıdır. İç âleme de, dış dünyaya da giden tüm yollar buradan başlar. Allah’ın tecelligâhı gönüldür; ancak gözler de gönlün aynasıdır. Yürekteki yangının ateşi evvelâ gözlere akseder ve gözler bir alev gibi tutuşur.
Akıl bize bu alemin varolduğunu söyler; lakin gönül gözüyle baktığımızda, ruhumuzla bu alemi kavramaya çalıştığımızda anlarız ki, sadece bir görüntüden, bir vehimden ibarettir.
Fakat neden Allah dünyayı yaratmıştır? Bunun bir sebebi olmak lazım gelir?
İşte bu noktada yaratılışın sebeb-i hikmetini Hz. Peygamber'in kudsi hadisi açıklamaktadır. Bu hadiste buyruluyor ki:"Küntü kenzen mahfiyyen... Ben gizli bir define idim. Keşfolunmayı istedim, onun için alemi yarattım. Buradaki "bilinmek istedim" ifadesi, Allah'ın bir "yaratma hazzı" duyduğuna işaret etmektedir. Gelgelelim sufilere göre Allah sadece "bilinmek" değil, bilakis "sevilmekte" de istemiştir. O itibarla Allah, sadece dünyayı değil, aynı zamanda Zat'ını, hüsn-ü Cemal'ini sevecek olan insanı da yaratmıştır. Dolayısıyla dünya ve insan bu "yaratma hazzı"nın, bu "ilahi naz" ın icabı olarak yaratılmıştır. O yüzden Muhammed İkbal fevkalade isabetli bir mecazla "O, kendi nazının şehididir" demektedir.