İnsanın sâir zîhayatlar üstündeki tefevvuku ve rütbesi ise; yüksek seciyeleri ve cemiyetli istidatları ve küllî ubûdiyetleri ve geniş vücudî daireleri itibariyledir..
Nasılki bu yaz ve güzün âhiri kıştır. Öyle de, gençlik yazı ve ihtiyarlık güzünün arkası kabir ve berzah kışıdır. Geçmiş zamanın elli sene evvelki hâdisatı sinema ile hal-i hazırda gösterildiği gibi, gelecek zamanın elli sene sonraki istikbal hâdisatını gösteren bir sinema bulunsa, ehl-i dalalet ve sefahetin elli-altmış sene sonraki vaziyetleri onlara gösterilse idi, şimdiki güldüklerine ve gayr-ı meşru' keyiflerine nefretler ve teellümlerle ağlayacaklardı.
Madem ölüm öldürülmüyor ve kabir kapısı kapanmıyor; elbette bu ecel celladının elinden ve kabir haps-i münferidinden kurtulmak çaresi varsa, insanın en büyük ve herşeyin fevkinde bir endişesi, bir mes'elesidir.
"İnsan, binler çeşit elemler ile müteellim ve binler nev'i lezzetler ile mütelezziz olacak bir zîhayat makine ve
gayet derece acziyle beraber hadsiz maddî-manevî düşmanları ve nihâyetsiz fakrıyla beraber hadsiz zâhirî ve bâtınî ihtiyaçları bulunan ve mütemâdiyen zeval ve firak tokatlarını yiyen bir bîçare mahluk iken,
birden îman ve ubûdiyetle böyle bir Padişah-ı Zülcelâl'e intisap edip bütün düşmanlarına karşı bir nokta-i istinat ve bütün hacatına medâr bir nokta-i istimdât bularak,
herkes mensup olduğu efendisinin şerefiyle, makamıyla iftihar ettiği gibi;
o da böyle nihâyetsiz Kadîr ve Rahîm bir padişaha îman ile intisap etse ve ubûdiyetle hizmetine girse ve ecelin îdam ilânını kendi hakkında terhis tezkeresine çevirse ne kadar memnun ve minnetdar ve ne kadar müteşekkirâne iftihar edebilir, kıyas ediniz.."