Dostoyevski, ilk romanı "İnsancıklar" ı yazarken, arkadaşı edebiyatçı Grigoriyev'le aynı evde yaşıyorlarmış. Arkadaşı masanın üzerinde her gün biriken taslak çalışmaları görmüş ancak çalışma tamamen sona erene kadar bunlara dokunmamış. Nihayet çalışma bitince romanı okumuş, çok hoşuna gitmiş ve Dostoyevski'ye hiçbir şey söylemeden o dönemin ünlü eleştirmeni Nekrasov'a götürmüş. O gece saat 3'te Dostoyevski'nin kapısı çalınmış. Grigorovich ve Nekrasov gelmişler, hemen içeri girerek Dostoyevski'ye öpüp sarılmışlar. Dostoyevski'yi o güne kadar hiç görmeyen ve tanımayan Nekrasov ona "Rusya'nın umudu" demiş, birkaç saat daha roman üzerinde sohbet ettikten sonra sabaha doğru evden ayrılmışlar. O geceyi yaşamının en mutlu gecesi olarak anlatan Dostoyevski, pencereye yaslanarak arkadaşlarının gidişini seyrederken kendine hakim olamayarak ağlamış. O an neler hissettiğinin nerede yazıldığını unuttum ama aşağı yukarı şöyle bir şeydi: "Bu insanlar ne kadar harika, ne kadar soylu ve nazikler! Bense ne kadar sıradan biriyim. İçimi görebilselerdi. Onlara söylesem bile bana inanmazlar." Dostoyevski'nin sonradan onları taklite kalkıştığı ucuz bir abartıdır. Sadece yenilmez olduğunu düşünen gençliğin uydurması ve burada sona eren hikâyemde bu uydurmaya yer yok.