Milliyetçilik, bizler için her şeyden evvel vatanseverliktir, ama şuurlu ve sorumlu bir vatanseverlik!.. Vatanseverlik, elbette ki, heyecanlı bir hissiyattır ve bu olmaksızın hiçbir millî inşâ gerçekleştirilemez; fakat, bundan ibaret de görülemez. Vatanseverlik, aklî-zihnî muhakeme gerektiren tarihî ve coğrafî bir şuurdur, aynı zamanda. Bir milletin kimliği, zaman ve mekândaki derinliği kadar değer ifade eder. Tarihsiz ve coğrafyasız bir kimlik iddiası, boş ve mânâsız bir hezeyandır.
Millî zenginlikleri milletler arası ‘marka’lara, millî değerleri evrensel kriterlere dönüştürebilmek, milliyetçiliğin en büyük ödülüdür.
Türk Milliyetçiliği, Türk’e, Türklüğe, Türk vatanına, İslâm dünyasına ve insanlığa hizmeti, bütünlüklü bir felsefî anlayış haline getirmedikçe, en başta Türkiye ve Türklükten bile tecrid edileceğini kavramak zorundadır!
Büyük ve medenî milletlerin milliyetçiliği, içe kapanmayı değil dışa açılmayı, dünyaya kendi ülkesinden baktığı kadar, ülkesine de insanlığın yürüdüğü mecrâdan ve dünyanın gittiği istikametten bakabilmeyi gerektirir. Benzer şekilde, Türkiye’ye milliyetçilik penceresinden bakmak yetmez; bununla beraber ve bundan daha çok, milliyetçiliğe de Türkiye’nin bütününden veya bütünlüğü üzerinden bakabilmek gerekir!
Milliyetçilik, İslâm dünyasına sırt çeviremeyeceği, Arap âlemini ‘çöl’ jargonu ile küçümseyen çiğ bir Batı hayranlığının izinden gidemeyeceği gibi, ilkel bir anti-Semitizmin değirmenine de su taşıyamaz!
Milliyetçilik, cemaatlere cephe açmak gibi abes ve mânâsız işlerle iştigal edemeyeceği gibi, cemiyet meydanını terk edip cemaatçiliğin dar ve izbe sokaklarında çâre ve teselli arayarak da enerjisini tüketemez.
Mukaddeslerimizin saygı görmediği bir vatanı hiç tasavvur etmediğimiz gibi, vatansız ve istiklâliyetsiz bir mukaddesat bezirgânlığını da reddediyoruz! Vatanımızda, bayrağımızın altında ve mukaddeslerimizi başımızın üstünde taşıyarak var olacağız.
‘Ülkücülük’, Türk Milletinin ruhunda barındırdığı, maşerî hâfızasında sakladığı tarihî ve manevî iddiaya sahip çıkmaktır. O ‘iddia’nın hakikati, millet kadar ümmetin de ümmet kadar insanlığın da geleceğine karşı borçlu ve sorumlu olmayı gerektirir.
Ülkücü Milliyetçiliğin hedefi, Türkiye’de ‘cephe’leşmek değil, hedef olduğu ‘husûmet’e karşı, Türkiye’yi tek cephe haline getirecek bir azim, irade ve gayretin sahibi olmaktır. Bu olursa arkası nasıl olsa gelecektir.