Sanatçıya bütünüyle uyan bir görev yoktur. Öğretici ve araştırmacı olarak sanatçıları ikiye ayırabiliriz. Öğretici olan sanatçı, bir halk kesimine hitap ettiğinin bilincindedir ve sanatının bir bölümünü insanları etkilemeye kullanır. Oysa araştırmacı, kendi sanatsal sorununu tanımlayıp çözüm bulmak için sanat yapar. Öğretici sanatçının aktarmak istediği bir iletisi, bir görüşü vardır; eserleri bunların bir formülü, açıklanışıdır. Eserleri başkaları tarafından görüşmek için yapılmıştır. Araştırmacı daha sessiz kalmaktan hoşlanır.
Romantizmin ortaya çıkışına kadar sanat, kendine tanıdığı özgürlükler ne olursa olsun, bugün bile bazı çevrelerde 'uygarlığın beşiği' olarak tanımlanan Akdeniz'den kaynaklanan bir ana gelenekle ilgili olarak ele alınıyordu.
Ama çoğu durumlarda akım, uydurma bir kılıf -aynı doğrultuda benzerlikleri olan, ama bir akademinin ya da yerleşik bir kurumun üyesi olmanın sağlayacağı destekten yoksun birtakım sanatçıları bir araya getirmek için elverişli bir formül- ya da zorlama bir ortaklıktır.
Bir sanat eseri, görünen dünyada bir nesneye benzediği zaman bile, onun sanatsallığı ve bizim için taşıdığı değeri, görsel verilerden ayrılarak esere eklenen bir içgörüde yatar.
Araçlar anlatım gücünü yitirecek ölçüde incelip zayıfladığı zaman, insan dilini oluşturan temel ilkelere dönmemiz gerekir.
Matisse, Fovizm üstüne konuşurken, 1936
Bana göre sanat tarihçisinin kaçınması gereken tek eleştirel tutum, eleştirmenin ister saygı duyulsun ister duyulmasın, kendisini bir sanat akımının sözcüsü, hatta önderi durumuna getirdiği ve günümüzle ilgili bazı etkenleri yok sayarak, geçmişi kendi seçimini haklı göstermek için kullandığı dar görüşlülüktür.