Osmanlı-Türk yöneticileri, Batı'nın insan hakları ve demokrasi gibi sloganları sömürgeci amaçlar için kullandığından şikayetçi olmakla fazla haksız sayılmazlar. Onların sürekli, Hristiyanlara eziyet etmek ve reform yapmamakla suçlayan Batılı devletlerin, bu yoldaki reform girişimlerini, pek de sevimli karşılamadıkları ve hatta engel olduklarına ilişkin sayısız örnek vardır. Bu nedenle de Batılı devletler, imparatorluktaki reformcu girişimleri desteklemek yerine, bu tür girişimlerin yarattığı iktidar boşluklarını fırsat bilerek Osmanlı topraklarını işgal etmeyi tercih etmişlerdir.
Bu tarihsel gerçeklere rağmen Batılıların müdahalelerini 'insanî müdahale' olarak savunmaları, Osmanlı-Türk yönetici ve muhalefet çevrelerinde, insan hakları ve demokrasi gibi sloganları, emperyalizm ve sömürgecilikle bir ve aynı şey olarak görmeleri ve bu nedenle de bu kavramlara mesafe koyma, hatta düşman olma eğilimlerini doğurmuştur. Bugün bile, Türkiye'de insan hakları, demokrasi gibi kavramların, büyük ölçüde 'Batılı devletlerin bizleri bölmeye yönelik oyunu' çerçevesinde değerlendirilmesi, bu tarihî miras nedeniyledir.
Modernist milliyetçilik ile sivil milliyetçilik arasındaki temel fark, ilkinin siyasi katılım konusundaki şüphesi ve isteksizliğidir. Modernist milliyetçilik topyekun kültürel dönüşümü gerekli kılan Batılılaşma hedefine sıkı sıkıya bağlı olduğu için yerel, geleneksel veya dinî toplumsal kimlik ve taleplerin ifadesini sakıncalı ve hatta tehlikeli bulur. Etnik milliyetçiliğe benzeş şekilde, modernist milliyetçilik için de siyasi katılım ikincil öneme sahip bir unsurdur: esas hedefi milli birlik ve bütünlük çerçevesinde toplumsal dönüşüm teşkil eder. Modernist milliyetçilik için milli bütünlük, Batılılaşmış, laik, modern bireylerin benzeşliğinden doğan, yani türdeşlik ile gerçekleştirilen bir bütünlüktür.
Nihal Atsız kendini siyasal olarak ırkçı, Türkçü ve Turancı olarak tanımlıyor. Türkçü, ‘Türk ırkının üstünlüğüne inanmış kimsedir.’ Turancılık ise Türkçülüğün kısa gelecekteki siyasal amacıdır.
Güven Bakırezer
Türk ulusçuluğunun formülasyonunda, Kant'ın Aydınlanma ile 'bilmeye cesaret etme' arasında kurduğu özdeşlik, kişisel bunalımlara yol açabileceği düşüncesiyle ancak koşullu olarak kabul edilir. Akıl yürütme kolektif vicdanın ve ulusal vazife anlayışının karşısında geriye çekilir. Birey, gönüllü olarak ulus-devletin manevi şahsiyeti karşısında boyun eğer.
Yaşamak, daima büyük tehlikelere atılarak, büyük bedeller ödeyerek büyük vecdleri aramaktır. Bundan dolayıdır ki insanca en kıymetli eşya, kendileri için en faydalı olan şeyler değil, en çok vecd veren şeylerdir.
Z. Gökalp