Nasıl anlatacağımı bilemediğim bir kitap bu ve böyle tarif edememe aczine düşüren kitaplarla karşılaşmak çok heyecan verici. Özgün ve marjinal kurgusuna hayran kaldım!
Efendim, kitabımız normal bir roman formatında başlıyor. Hayatında her hareketini etkileyecek kadar edebiyata bulaştığını düşünen ve bundan kurtulmaya çalışan bir adam, artık bir cümle dahi yazamaz hale gelen yazar oğluna yardım etmek için yanına gider. Açıkçası ilginç de olsa bu bölümü okurken kitabı pek de sevemeyeceğimi düşünürken Matas dur daha yeni başlıyoruz diyerek ikinci bölümle birden direksiyonu bambaşka bir yöne çevirdi.
Kitap her bölümde üslup ve tarz olarak başkalaşım geçiriyor. Neye dönüştüklerini sürprizi bozmamak için söylemeyeceğim ama her evrilişi bir öncekinden daha çok sevdim.Örülmüş bir kazağı söküp başka bir şey örüyorsunuz sonra yeniden sonra yeniden…İpteki lekeleri bambaşka yerlerde görüyorsunuz artık. Aynı alıntıları, imgeleri değişen anlamlarıyla okumak müthiş keyifliydi.
Değişe dönüşe soyutlaşmaya da başlayan anlatıyla perde perde yükselirken onlarca yazar ve eser eşlik ediyor. En çok Robert Musil ile Paul Valery isimleri geçiyor ama rüyanıza Pavese de girecek, Kafka’nın öldüğü odada çay da içeceksiniz. Ha bir de edebiyatın ticarete dönüşmesine karşı çıkıp gerçek edebiyatı korumaya çalışan köstebekler de hep yanınızda olacak.
Okumak ve yazmak başta olmak üzere anlatamayacağım kadar çok şeyi düşündürdü, pek çok eseri merak ettirdi ve bitirdikten sonra da içinde kalmaya devam ettiğim bir kitap oldu. İyi ki okudum