İki tane ikiyi toplarsan dört eder; bıçağı etine sürersen keser; yüzme bilmeden suya girersen boğulursun; ateşe girersen yanarsın. Ama Nemrut'un ateşi Hz. İbrâhim'i yakmadı, tufânın suyu Hz. Nuh'u boğmadı, İbrâhim Aleyhisselâm'ın bıçağı Hz. İsmâil'i kesmedi! Çünkü Cenâb-ı Hakk bu hâdiselerde koyduğu kâideyi kaldırmıştır. Hz. İbrâhim'in bıçağına kesmeme emrini vermiş, bıçak bu emre muhâlefet edememiştir. Allah'ın emrine muhâlefet mümkün mü? Ateşin yakmama emri Kur'ân-ı Kerim'de, “Küni berden ve selâmâ...” şeklinde geçiyor. Sadece “berden” yani, “soğu!” deseydi, Hz. İbrâhim bu sefer ateşin içinde donardı.
“Berden ve selâma” yani “soğu ve selâmet ol!” diye emredilmiştir ateşe. Böylelikle ateşin ortamı Hz. İbrâhim için selâmetli bir yer olmuştur. Demek ki sebepler ve neticeler, Cenâb-ı Allah'ın emriyle konduğu gibi emriyle kaldırılır da.
Sebep ve netice ilişkisi olmaksızın ortaya çıkan bu durumlara mucize veya kerâmet diyoruz.
Cennet ve cehennemi mekân gibi algılamak da fevkalâde yanlıştır, zirâ onlar mekân gibi değil bir hâl gibidir. Hz. Mevlânâ bir bahiste bunu anlatır:
Bir kişiyi veya olayı iyilikle, güzellikle, rahmetle, merhametle, tatlı hatıralarla anarsan bir cennet hâli içindesindir. Kötülükle, zorlukla, asık suratlılıkla, beğenilmeyen hâllerle andığında ve hatırladığında ise cehennem hâli içindesindir. Bu yüzden insanlar kendilerine yapılan kötülükleri unutmalı ve iyilikleri unutmamalıdır ki, cenneti şimdiden yaşayabilsinler. Resülullah Efendimiz kendini taşlayanları, yoluna diken koyanları, başına deve işkembesi geçirenleri affetmedi mi?