Mülâkatlar

Burhan Bozgeyik

Mülâkatlar Sözleri ve Alıntıları

Mülâkatlar sözleri ve alıntılarını, Mülâkatlar kitap alıntılarını, Mülâkatlar en etkileyici cümleleri ve paragragları 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Sabahaddin Zaim:Bir müslüman adam için üç türlü gelir vardır. Ücret, kâr ve kira.Faiz alamaz. Bu gelirlerin sağlanmasında: Haram ve helâl ölçülerine riayet eder, meşru kazanç peşinde koşar, gayrimeşru kazancın yasaklandığını bilir. Kazancını muhakkak emek ve risk unsurlarına dayandırır. Emek sarfatmeden ve riske katlanmadan sırf parasını kullanarak para kazanmasının mümkün olmadığını bilir. İnsanlar arasında kazanç ve gelirde mutlak eşitlik olamıyacağını kabul eder. Kendi gelirini meşru yoldan arttırmağa çalışır, fakat başkalarının gelirine göz dikmez. Baht oyunları, kumar gibi zahmetsiz, kolay kazanç yollarına gitmez, bunların haram olduğunu bilir. Ticaretin helâl olduğunu, fakat spekülasyon ve karaborsacılığın haram olduğunu ve kim ihtikar yapacak olursa onun büyük bir günah işlemiş olduğunu bilir. İsraftan ve Cimrilikten ve serveti yığmaktan kaçınır. Servetini cemiyetin zararına kullanmaz.
Cemil Meriç:İnsanı mahlûkların en şereflisi yapan vasıfların başında din; yani bir mukaddese iman gelir. Sürü; dil ve din sayesinde cemiyet seviyesine yükselir. Değerlerimizi kaybettik. Tarihimizi bilmiyoruz. Avrupa’yı hiçbir zaman tanıyamadık. Batının yükseliş döneminde bayraklaştırılan fakat gerçek değerleri olmadığı için kırılıp müzeye kaldırılan ne kadar oyuncaklar varsa; hepsine put diye sarıldık. Türk aydını pozitivisttir. İlimcidir; Marksisttir. Bu şapşal tecessüs yalnız dine; yalnız İslâmiyet’e; yalnız tarihine kapalıdır. Elbette ki; bu tüyler ürpertici hükmü bütün aydınlarımız için geçerli saymak affedilmez bir hata olur. Ama önce gerçeği görmek ve hastalığı teşhis etmek; kendimizi aldatmamak zorundayız. Neden saklayalım? Tanzimattan beri büyük bir hızla inançlarımızdan uzaklaştık. Ne ortak bir dilimiz kaldı; ne ortak mukaddeslerimiz. Feci olan şu; İslâmiyet karşısıdaki bu kayıtsızlık hiç bir tefekkür cehdinin mahsulü değildir.Görmemek için gözlerimizi oyuyoruz.
Reklam
Milli kültürün temel unsurlari nelerdir? "Önce din, sonra dil, sonra bütün tarih.Bir kelimeyle irfan." Cemil Meriç
Samiha Ayverdi:Gençliğe mânevî duygu kazandırmak, mânevî değerlerini tanıtmak lazımdır. İyilik ve kötülük insanın bünyesine aynı zamanda yerleşmiştir. İnsan, irade sahibi bir varlık olduğuna göre kendinde bulunan kötülüklerle mücadele etmesi insan oluşunun başta gelen vazifesidir. Bu mücadelede ise ona maddî güçlerin değil, mânevi kuvvetlerin yardımcılığı şarttır. Kanunlar ve yasaklar kötünün elini bir yere kadar kötülükten bağlar. Fakat fenâlık dediğimiz menfi ve zararlı davranışları gerçekleştirmek için kanunun bir açık yerini bulup istediğini yapması pek güç sayılmaz. Ancak hak ve hakikatle beslenip sağlama alınmış kimselerdir ki, onlar nazarında kanun bir fantaziden ibarettir. Zirâ bu kimseler kanunu kendi içlerinde taşırlar. Bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz; "İçindeki müftüden fetva almayan kimseye dışardaki müftülerin faydası olmaz." buyurur. Cemiyetin huzurunu tahrip etmeye matuf her hareket kötülük olduğuna göre İlâhi nizamı kendi varlığında tesis etmiş cemiyetlerdir ki, dünyanın yüzünü güldürür. Huzur ve âsâyişin bekçiliğini ederler. Bir de, şunu bilmemiz lazımdır ki mâziye sırt çevirmiş bir millet düştüğü yerden kalkamaz. Binaenaleyh tarihî ve millî değerlerimizin bu gün kaybettiğimiz anahtarını bulup o hazineyi açarak istifâde etmemiz gerekir.
S Yurdumuzda, son yarım asırdaki dinî hayatın değerlendirmesini yapar mısınız? Cemil Meriç: Son 50 yıl içinde çeşitli felâket ve musibetlerle uyuşan geniş halk tabakalarına hakkın ve şuurun sesini haykıran tek mücâhid Bediüzzaman’dır. Ülkemizin yüz üstü bırakılan insanları o’nun Nur Risalelerini okuyarak İslâmiyet’in ne kadar aydınlık, ne kadar muhterem; ne derece şerefli bir inanç manzümesi olduğunu idrak ettiler. Zilletleri izzete tahavvül etti. Şüphesiz ki, mukaddes ateşi söndürmemeye çalışan tek insan değildir Bediüzzaman. Fakat ışığı ülke sathına en çok yayılan gür bir meşaledir. İslâm’ın bayrağını zinde bir imanla gelecek nesillere devretmek için hiçbir fedakârlıktan çekinmeyen Nur talebeleri hem sayı, hem ihlâs bakımından önde olmak vasfını muhafaza etmektedir.(1 Aralık 1979)
YilmazMuslu:Şimdi modern eğitimde bilhassa hadisenin nedeni, niçini araştırılıyor. Zihni kurcalayan birtakım meraklı soruların, dünyaya gelmiş her insanın zihnini kurcalayan bir takım konuların cevapları verilmek istenmektedir. Bu cevaplar verilirken, kitabı yazan yahutta dersleri veren kimsenin inancı burda rol oynuyor... İman, bir ışıktır. Gözünü kapayan gündüzü kendine gece yapar. Dolayısıyla bu ışığa, inanç şuuruna sahip olmayan kimse, etrafını da karanlık görecektir ve gösterecektir. Dolayısıyla benim kanaatime göre, bu dersleri bu açıdan ele almalıdır. Modern Fizik, Kimya, Biyoloji derslerini nedenini niçinini inceleyerek birbiriyle irtibat kurarak ele almalıdır. Ayrı ayrı ele alınca biraz evvel söylediğimiz gibi bir körün filin mahiyetini öğrenmesi gibi oluyor. Meselâ, dar bir pencereden seyreden adam, pilot kabinindeki pilotun, çeşitli âletlerle, düğmelere kumanda etmesini, levyelerin düğmelerin hareketlerini mânasız gibi görüyor. Halbuki, orada birçok mekanizmanın ileri geri hareketi gidip gelmesi, düğmelerin inip kalkması hepsi belli bir gayeye müteveccih oluyor.-Bu gayeyi bilmeyen bir kimse bu parça parça hareketleri gayesiz, maksatsız olarak görüyor. O bakımdan mümkün olduğu kadar da bu ilimleri birleştirerek yahutta pek çok konuları bilen bir insanın bunları bir araya getirmesi şeklinde ele almakta bence fayda var. Bu ilimler, insanın hayrına olan iman hakikatlerine hizmet etmelidir.
Reklam
Samiha Ayverdi: ..Ama kadının ismetli olması ve çocuklarına sahip çıkması kâfi görülmüyor. Halbuki dünyada Allah kadınla erkeğe ayrı vazife vermiştir. Yarışmaya lüzum yok ki... O kendi sahasının insanı olsun, öbürü kendi sahasının... Fizik yapısı, ruh yapısı ayrı. Kadın daha zarif, nazik ve duygulu yaratılmıştır. Yarışmaya lüzum yoktur. Yarışmak fıtrata karşı gelmektir. Şahsen, kadının iyi bir anne olmasını iyi bir memur olmasına tercih ederim. Annesiz çocuk şefkatsız büyüyor. Sıhhatsîz oluyor. Haşin oluyor.
Münevver Ayaşlı: Kadının değeri pek büyüktür İslâm’da. Buna bağlı olarak, cemiyette de hakikaten mühim bir mevkii vardı. Düşünün ki, boşanmak için olan kolaylıklara rağmen, boşanma nisbeti bugüne nazaran binde bir derecesinde idi. Binaenaleyh kadın evinde kendini daha sağlam ve kuvvetli addediyordu. Kadına verilen değer, kadının evde hâkim olmasıyle kabildi.Yarın öbürgün boşanacağım, mahkemelerde sürüneceğim endişesi yoktu kadında. .. Boşanma vak’aları pek enderdi. İslâm’ın kadına değer vermediği iddiaları, gayet câhilâne, insafsızca iftiralardır. Bu basit bir görüşle şundan ileri gelmektedir: Kadına verdiği büyük ehemmiyetten dolayı kadını himaye etmiş ve yabancı nazardan saklamıştır. Tıpkı, çok değerli bir mücevherin kutular içinde, kadifeler içinde saklandığı gibi. .. Bir müceyher, nâdide bir elmas elbette kadifeler, kutular içinde saklanır, sokağa atılmaz... Açıkta durdurulmaz... İslâm, kadını mübtezel etmemek için himaye etmiş ve saklamıştır. Bunu göremeyenler veya görmek istemeyenlere, inkârcılara artık ne demeli. .. İnsafsız demekten başka bir lakap bulamıyorum. ..
Prof.Dr.Mehmet Kaplan:İslâmiyetin en mühim taraflarından birisi insanı, kâinatı ve Allah’ı bir bütün olarak ele almasıdır. Buna vahdet fikri diyoruz. Bu vahdet fikrine bütün dünyanın ihtiyacı vardır. Çünkü Batı medeniyeti, ilim, teknik, ve ihtisaslaşma dolayısiyle insanları birbirinden ayırmıştır. İnsanlar bütün kâinatı saran büyük birliğin içinde bulundukları duygusunu kaybetmişlerdir. Bu metafizik bir vakıadır. Bunu idrak etmeden, yâni bütün varlığı kavrayan Allah fikrine ulaşmadan insanların bugün içinde bulundukları hodgamlıktan, darlıktan, can sıkıntısından kurtulması mümkün değildir. Bunu Avrupa’da birçok filozoflar ve âlimler farketmişlerdir. Ve kâinattaki birliği en iyi ifade eden dinin İslâmiyet olduğunu anlamışlardır. Bizim de o harekete iştirak etmemiz lazımdır. Sonra, kudsiyet duygusunun insanlar için lüzumlu olduğuna kaniim insan ruhunun kudsiyete ihtiyacı vardır. İlim bize bu kudsiyeti veremez. Kudsiyet duygusu ilmin mahiyetine aykırıdır. İlim birlik fikrini de vermez. Şu halde metafizik zaviyeden derin mânâda birlik fikrinin ve kudsiyet duygusunun ancak İslâmiyet vaşıtasıyla insanlara telkin edileceğine kaniim. Ve bu duygunun, bu iki fikrin, yani vahdet düşüncesinin ve kudsiyet fikrinin bizim içerisinde bulunduğumuz havadan kurtulmamız için çok zarurî olduğuna kaniim.
Mehmet Kaplan:İslâmiyette sık sık; “kâinata bakın" diyor. "yıldızlara bakın"diyor. İşte, bunun gibi sadece âyetleri zikretmekle yetinmemeli, gerçekten öyle bir filim olmalı ki, "yıldızlara bakın!" dediği zaman bakmalı. Yahut, "bitkilerden ders alınız!" dediği zaman çocuklar bunun gerçekten derin bir fıkir olduğu gösterilmelidir. Yoksa bir kitap yazıp ta çok can sıkıcı bir şekilde din dersleri verilirse bu derslerin müspet değil menfi tesir uyandiracağına kaniim.
Reklam
Ali Nihad Tarlan:Şiir ne vezindir, ne de kafiye. 0 ruhtan doğrudan doğruya doğar. Şimdi hatırıma geldi. "Ama olmaz ki, böyle de yatılmaz ki" iki kelime "Ama olmaz ki" fakat Türkçedeki ifadeye dikkat edin. «Yunus’un bir sözü var. Der ki: "Bana seni gerek seni." Bilir misiniz bu ifadede gramer hatası vardır. Lâkin başka bir ifade ile bunu söyleyemezsiniz. "Seni" kelimesi sonundaki mef’ülün bih edatı nedir? Her mefülün bir fıili, bir fâili vardır. "Bana seni gerek seni". "Y" orada en büyük belâgati haizdir. Işte şiir budur. Basit iki kelimeyle.. Sonra Karacaoğlan’ın "Ben senin derdini çekemem gönül" şaheser bir mısradır. Oradaki "Ben"i kaldırırsak "Senin derdini çekemem gönül" olur. Hayır "Senin derdini" deki "Sen"i kaldırırsak "ben derdini çekemem gönül" böyle değil. . . Bunu ifade edemiyor: "Ben senin derdini çekemem gönül" işte şiir budur. Fakat bunu bulan bu hazineyi keşfeden şair büyük şairdir. Şimdi onun içindir ki her devrin kendine göre bir sanat telâkkisi vardır. O şayan-ı hürmettir.»
Sabahaddin Zaim:İslâm ekonomisinde, daha önce de söylediğimiz gibi esas önemli unsur insandır. Çünkü insan, eşref-i mahlukatır. Cenab-ı Hakkın Kâinatta yarattığı en şerefli mahluktur. O bakımdan İslâm, iktisâdî mevzuda da projektörlerini insan üzerine tutar. Ve İslâmın iktisâdî modelinin temeli insana dayanmaktadır. Batı kültüründen doğan sosyalist ve kapitalist modellerin temelinde de bir insan vardır. 0 insan unsuru İslâmın insan unsurundan farklıdır. O sistemlerdeki insan modeline Latince tabirle Homo-Economicus (İktisâdî Adam) diyorlar. Gerek Marksist, gerek Kapitalist sistemlerin iktisat teorilerinin temelinde böyle bir insan tipi vardır. Bu insan bütün davranışlarında mantıkla, hesapla hareket eder. Herşeyi hesaba göre vuran, bir robot gibi, ruh dünyası, kalb dünyası olmayan, bir adım atarken menfaatı varsa atan yoksa atmayan insan düşünülmüştür. Buna, “iktisâdî Adam» denmiştir. Ve bütün iktisâdî hayat, böyle bir insanın davranışlarına göre düzenlenmiştir. İslâmın İktisâdî modelini düşünürken buradan başlamak lâzımdır. İslâmdaki insan modeli böyle bir model değildir. İslâmın modeli "Müslüman Adam"dır. O sadece İktisâdî Adam değildir. Sadece menfaatleriyle, sadece nefsine göre hareket eden bir insan değildir. Allah’ın emirlerine göre hareket edecek bir insandır -ki işte müslümanın herşeyden evvel bu emirleri bilmesi lâzımdır.
Günümüzde, tahsil gençliğinin içerisinde bulunduğu buhranlı durum muvacehesinde, eğitimin üzerine düşünceleriniz?. Bu buhran nereden kaynaklanmaktadır sizce?. Prof.Dr.Yılmaz Muslu:Önce durumu tesbit etmek lazım. Hastalık maddî değil mânevîdir. Bu sebeple çaresi de bu cinsten olmalıdır. Her organizmanın müdafaa mekanizması vardır. Maddî hastalıklara karşı doktor, hastahane gibi tedbirler düşünülür. Cemiyeti mânen yıkmağa çalışan cereyanlara karşı hangi müdafaa mekanizmasına sahibiz? Her hastalığın bir sebebi mevcuttur ve ancak o yok edilince hastalık ortadan kalkar. Cemiyetimizi ve gençliğimizi harab eden hastalıklar imânsızlık cereyanından beslenmektedir. Sonuna şu veya bu izm takılmış olsun bunların süt annesi, yani onları emziren, besleyen unsur hep budur. O halde, onun panzehiri, bizi bu varlık âlemine getiren bir sahibimizin bulunduğuna ve yine ona dönüp hesap vereceğimize olan sarsılmaz bir inanç sistemidir. Böyle bir inanç sistemine ve müdafaa mekanizmasına sahip olmadığımız müddetçe cemiyete musallat olan belaları defetmemize imkân yoktur. ...
YılmazMuslu:Herşeyin maddî açıdan izah edilmesi de gene geçen asrın sonlarında başlamış tabiattaki harikulâde san’at ve nizamı inkâr ederek onu tesadüfe bağlayan tekâmül teorisi de bu zamanlarda ortaya atılmıştır. 1880 senelerinde.. Bu terori ortaya atıldıktan sonra o asrın ilim adamları ve laik kafalılar bu görüşlere hemen sarıldılar. 19. asrın Darwinistleri bugünün modern ilminden, gelişen hayat sırlarından habersizdiler.. Bu sebeple herşeyi çok basite irca ettiler. En basit hücre bile son derece komplike bir varlık olduğu halde, onlara göre ev eşyasından pek farklı bir şey değildi. Hücre, bir zardan ve bunun içini dolduran jelatinimsi bir sıvıdan meydana gelmiştir. Bu sıvıya protoplazma adı verildi ve hayatın fizikî temelini teşkil ettiği kabul edildi. Mahiyeti bilinmeyen şeye bir isim koymakla Onun esrarı ve kıymeti gözlerden kaçırılıp, basitleştirilmek istendi. Şüphesiz bütün hücrelerin ihtiva ettikleri bir maddeye protoplazma ismini koymak herhangi birşey söylemek değildir. ..
Yılmaz Muslu:Tarih gösteriyor ki, müslümanlar ne kadar İslâmiyete sarılmışlar ve o esaslara bağlı kalmışlarsa büyük bir medeniyet kurmuşlar. Meselâ, kökleri Endülüs’e kadar giden, daha önce Abbasiler’e kadar giden' büyük medeniyetler kurmuşlar. O zaman ise Avrupa gayet geri bir durumdaydı. . . Yani Avrupa’yı İslâm cemiyetleri ile mukayese ettiğimizde tarihi şahit olarak alırsak tamamen iddia edilenin tersini görüyoruz. Bizim İslâmiyete bağlı olduğumuz zamanlarda, aym zamanda medeniyetimizin de o zamana nisbeten tekniğimizin de Avrupalılardan çok daha ileri olduğu anlaşılıyor. O halde bu hareket noktaları yanlış oluyor. Bizim geri kalmamıza sebep olan İslâmiyet değildir. ..
30 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.