Bitlis'te iken, bir gün Bediüzzaman'a vali ile bir kısım memurların içki içtikleri haber verilir. Bunu duyunca hiddetlenen Bediüzzaman, "Bitlis gibi dindar bir memlekette, hükümeti temsil eden bir zatın irtikap ettiği bu muameleyi kabul edemem." diyerek içki meclisine gider. Evvela içki hakkında bir hadis-i şerif okuduktan sonra, pek acı sözler söyler. Valinin vurdurmak için işaret etme ihtimaline binâen de, bir elini rovelverinin bulunduğu yerde tutar. Fakat vali, fevkalade tahammüllü ve hamiyetli bir zât olduğundan, katiyen ses çıkarmaz. Oradan ayrılınca, valinin yaveri, genç Said'e "Ne yaptınız? Söyledikleriniz idamınızı gerektirir." der. O da "idam hayalime gelmedi, hapis veya sürgün zannederdim. Her ne ise, bir kötülüğü gidermek için ölürsem ne zararı var?" diye cevap verir.
Bediüzzaman Hazretleri İstanbul'a gelir gelmez ulemayı münazaraya davet eder. Bunun üzerine, İstanbul'daki meşhur âlimler grup grup ziyaretine gelirler, suâller sorarlar ve sorularının hepsinin cevabını da doğru olarak alırlar. Bediüzzaman'ın bundan maksadı, Doğu Anadolu'daki ilim ve irfan faaliyetine nazara dikkati çekmektir. Zaten kaldığı Şekerci Han'ın kapısına: "Burada her müşkül halledilir, her suâle cevap verilir, fakat sual sorulmaz." diye bir levha astırır.
Biz girince konuşmayı kesen Hasan H. Erdem, "Buyurun" dedi. Biz de, "Bizi Bediüzzaman Hazretleri gönderdi. Size selamı var. Bu kitapları tashih buyuracakmışsınız." dedik. O, önce şöyle bir gülümsedi; sonra da "Şimdi sizlere bu tashih buyurma meselesini bir anlatalım." diyerek başladı anlatmaya: "Ben medresede
Şu terakki devrinde, hakiki medeniyeti teşkil eden İslâmiyet, Batı medeniyetine nisbeten terakki etmemiş. Bunun da en büyük sebebi üç büyük şube olan ehl-i medrese, ehl-i mektep, ehl-i tek kenin fikir ayrılıkları ve meşrep farklılıklarıdır.