Türkiye'de ders veren Prof. Fritz Neumark şunları söylemiştir:
"Türkler pek farkında değil ama, Avrupalılar şu gerçeğin farkındadırlar: Tarihten Türkler çıkarılırsa ortada tarih diye bir şey kalmaz."
Tanzimatçı Sadrazamlardan Ali Paşa, 1869'da, "kapılarımızı açmalı ve Türkiye'ye seçme yabancı göçmen getirmeliyiz. Bunlardan bir tehlike gelmez, reform ve gelişmeye kavuşmamıza yardım ederler" diyordu. Oysa Mustafa Kemal, 1920 başlarında, olanaksızlıklar içinde Maraş ve Antep direnişlerini örgütlemeğe çalışırken, Türk halkından sürekli olarak, yabancılara toprak satmamalarını istiyordu. İngiliz ve Fransızlar, Halep ve Suriye'deki Ermenileri, toprak satın alarak bölgeye yerleştirmeye ve kuracakları Ermeni devletinin mülkiyet temelini oluşturmaya çalışıyordu. Bu girişime önlem olmak üzere gönderdiği telgrafta şunları söyler: "Bölgeden göç etmek yasaktır. Arazi ve emlak, ancak Türkler'e satılacaktır.
Yabancılarla Hıristiyanların arazi sahibi olmalarına meydan verilmeyecektir. Türk olmayanlara karşı sıkı bir boykot uygulanacak, alışveriş yalnızca Türkler arasında yapılacaktır."
Bir değerin nasıl kazanıldığını bilmeyen, onu koruyamaz.
Kurtuluş Savaşı'nın hangi koşullarda, nasıl ve kimlere karşı kazanıldığını, ne bedel ödendiğini, ulusu ayakta tutan kalkınmanın nasıl sağlandığını bilmeden, Türkiye Cumhuriyeti'ni ayakta tutmak olanaklı değildir. Yapılanlar çabuk unutuldu ya da unutturuldu. Unuttukça da geriye gidildi. Ve bugün, içinde sıkışıp kaldığımız sorunlarla dolu koşullara gelindi. Bu koşullar, nitelik olarak, Osmanlının 20. yüzyıl başında yaşadığı koşullardır. Bunu artık herkes görmelidir. Atatürk'ü güncel kılan da budur ve doğaldır ki, emperyalist boyunduruktan kesin olarak kurtulana dek, bu güncellik sürecektir. Her kesimden yurtsever, bu nedenle Atatürk'e yöneliyor; Kuvayı Milliye ruhu bu nedenle yayılıyor, Müdafaa-i Hukukçular bu nedenle yeniden ortaya çıkıyor.
12 Eylül 1983 günü Viyana'da sıradışı bir hareketlilik, davranışlara yansıyan toplumsal bir coşku ve sevinç vardı. Avusturya'dan ve Avrupa'nın değişik ülkelerinden gelen inanmış Hıristiyanlar, özel indirimli turlardan yararlanan gezginciler, politikacılar, yerel yöneticiler, öğretmenler ve öğrenciler Viyana sokaklarını doldurmuşlar ve karnaval havasıyla bir şeyleri kutluyorlardı. Sokak konserleri, kukla ve film gösterileri, konferanslar, açık oturumlar birbirini izliyor, müzelere akın akın insan geliyordu. Büyük Müze'nin en çok gezilen yeri, Viyana'yı kuşatan Osmanlı sadrazamı Merzifonlu Kara Mustafa Paşa'nın kişisel eşyaları ve otağının bulunduğu bölümdü. Avusturyalılar, ülke dışından gelen Hıristiyan konukları ile birlikte, "tarifsiz kötülüklerin simgesi Türklerden" kurtuluşlarının yıldönümünü kutluyorlardı. 12 Eylül 1983 Viyana Kuşatması'nın üç yüzüncü yılıydı.
Liman von Sanders, başarılı her komutanın gereksinim duyduğu en temel niteliğin "şans ve yine şans" olduğunu, bunun da Mustafa Kemal'de fazlasıyla bulunduğunu söyler. Mustafa Kemal'in şanslı olduğunu söylemek, yeterli bir açıklama değildir. Çünkü, yoğun ve kararlı çalışmasıyla, 'şansını' kendisi yaratmış ve yarattığı