Son yirmi, otuz yıl içinde yüzlerce bilim adamının yaptıkları araştırmalar, saldırganlığın doğuştan gelmediğini ve şiddete eğilim göstermenin pek çok biyolojik, sosyal ve çevresel nedenden kaynaklandığını göstermiştir. Belki de son araştırmalar hakkındaki en kapsamlı bildiri, dünyanın her yanından gelen yirmi kadar önemli bilim adamı tarafından yazılan ve imzalanan 1986 Sevilla Şiddet Bildirisi’dir. Bu bildiride, şiddet dolu davranışların meydana geldiğini kabul etmekle birlikte, bilimsel olarak savaşmaya ya da şiddete kalıtımsal bir eğilim gösterdiğimizi söylemenin yanlış olduğunu ve bu davranışın insan doğasında genetik olarak programlanmadığını da sınıflandırmalar yaparak belirtmişlerdir. Her ne kadar şiddet eyleminde bulunmak için yeterli sinirsel bir sisteme sahip olsak da, bu davranışın kendiliğinden harekete geçmediğini söylemişlerdir.
Memnuniyet duygumuz, büyük ölçüde kıyaslama yapma eğilimimiz tarafından etkilenir. Şu anki durumumuzu geçmişimizle kıyasladığımızda daha iyi bir durumda olduğumuzu görürsek, mutlu oluruz.
Kişi, arayışına onu mutluluğa ve acı çekmeye götüren nedenleri tanımlayarak başlayabilir. Sonrasında, onu acı çekmeye götüren nedenleri giderek ortadan kaldırabilir ve mutluluğa götüren nedenleri geliştirebilir. Bunu başarmanın yolu budur.
Gerçek mutluluğa ulaşma kavramı, Batı’da her zaman hasta edici, anlaşılmaz, ele geçmez olarak görülmüştür. Hatta “mutlu” kelimesi bile, İzlanda dilindeki şans ya da talih anlamına gelen happ’dan türetilmiştir.
Kısacası, iyilik ve şefkat gibi zihinsel tutumları geliştirmenin kesinlikle kişiyi psikolojik olarak daha sağlıklı ve mutlu olmaya götürdüğüne inanıyorum.
İnsanlığı bölen pek çok şey, dünyada pek çok sorun vardır. Din, dünyadaki kavga ve acıları azaltmak için bir çare olmalıdır, bir başka kavga sebebi değil.