Aziz Nesin, benim ilacım. Ne zaman keyfim kaçsa, huzursuzlansam, ümidimi kaybetsem, beni o eşsiz mizah anlayışı ile özüme döndürüyor. Onca baskılar, sıkıntılar, yoksunluklar, acılar içinde dahi bildiğini söylemekten sakınmayan, üstelik bunu gülüp güldürerek, onu korkutmaya çalışanlarla alay ederek yapan büyük üstad, yılgınlığa, umutsuzluğa hakkım olmadığını haykırıyor sanki bana…
İşte kitabının adı bizim kısa tarihimizin özeti aynı zamanda. “Nah Kalkınırız”. Yazılalı 50 yıl geçmiş ama gerçekten de “Nah Kalkındık”.
İçi, bizden hikayelerle dolu. Hiçbir şeyi beğenmeyen, hep söylenen, hep mutsuz, hep ezilen biz halk ile… Çözümü hep başkalarından bekleyen, kıçını kaldırıp itiraz etmeye ne enerjisi, ne cesareti olan, kutsallaştırılmış devlet zırhı ardına saklananlar tarafından soyulan, aptal edilen, sazan gibi avlanan biz halk ile…
Bir hikayesinde konu ettiği gibi: “Du Bakali Ne’Olecak“ diye diye, Godot’yu bekler gibi bir kurtarıcı bekleyen, beklerken hem kendini, hem ömrünü tüketen bizleri yazıyor. Hem güldürüyor insanı okurken, hem de can yakıyor.
Hikayeler vasat, üstadın en iyileri arasında sayılamaz. Yine de, insanın içinde yarattığı o sıcacık memleket kokusu bile yeter okumak için. Biz buyuz. Uyanacağız elbet. Hikayelerinde yazdığı gibi: “Korkacak ne Varmış“, “Bu memleket batar; yok canım, batmaz, batmaz!“, “Muasır medeniyet seviyesine ulaşacağız!“.
Ve...
“Hay adı batsın! Adı da dilimizin ucunda“…