Niçin Geri Kaldık?

İskender Öksüz

Niçin Geri Kaldık? Gönderileri

Niçin Geri Kaldık? kitaplarını, Niçin Geri Kaldık? sözleri ve alıntılarını, Niçin Geri Kaldık? yazarlarını, Niçin Geri Kaldık? yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Devlet yoksa ülkeye mafyalar, çürümüş bürokratlar, yüksek yerlerdeki hırsızlar hakimse, yönetim kademelerinde eşkıyalar oturuyorsa, ülkenin ürettiklerinin yatırıma ve refaha dönüşmesi mümkün olmuyordu. Daha doğrusu ülke üretemiyor; zaten çoğunluğun hırsızlıkla geçindiği bir toplumda kimse üretmek istemiyordu. Herkes kendi imkanına göre çalmak peşindeyd;i fakat üretim olmayınca geriye çalınacak fazla bir şey de kalmıyordu. Ülkenin tabii kaynakları ve dış yardımlarından başka... Böyle ülkelerden değil istikrarlı müttefik, istikrarlık uydu bile inşa edilemiyordu.
Medeniyetler, yıkarak değil, biriktirerek üst üste koyarak inşa edilir.
Reklam
...Avrupa Birliği ülkeleri bizim geçmişimizi, daha doğrusu o geçmişin bugünkü ve gelecek nesillere etkisini o kadar tehlikeli buluyorlar ki tarihin devletlerimizden, hanedanlarımızdan, siyasetten, zaferlerden ve yenilgilerden bahseden kısımlarını ayıklanmasını buyuruyor; bunu sağlayabilmek için teşkilatlar, cakıflar kuruyorlar. Başına da eski komünistleri geçiriyorlar.
Tapınmaktan nefrete sıçrayış
From, tapınmaktan nefrete geçmenin analizini yapar. Bir şeyden kurtulma şeklinde ortaya çıkan hürriyet aslında anksiyeteye yol açar. Eskiden ne güzel her derdimiz için bir vecize veya hadis bulup ona göre amel etmek varken, şimdi problemler karşısında çırılçıplak savunmasızız. Her sorunun cevabını kendimiz arayıp bulmak zorundayız. Bu dayanılmayacak kadar sıkıntılı bir haldir. Mutlaka kendimize yeni bir kusursuz otorite bulmamız lazım.
A. B. D. Başkanı George W. Bush, Irak hazırlığı suratında dinlenirken ne okuyordu biliyor musunuz? Birinci Dünya Harbi sırasında bize karşı Mısır' da hazırlanan Avustralya ve Yeni Zelanda birliklerinde (ANZAC) görev yapan İskoç papaz Oswald Chambers'in o dönemdeki vaazlarını.
"Unutmayacağız" sedalarına rağmen Ernest Renan maalesef haklı çıktı. Yakın zamanda hem de bir asker, tarih şuurunun en yüksek düzeyinde bulunmasını beklediğimiz o mesleğin bir mensubu, Filistin veya Yemen için "Orada ne işimiz vardı?" diye soruyordu. Renan'ın ve Yahya Kemal'in tarif ettiği kalpsizlik, şuursuzluk içinde "Üsküp'te, İşkodra'da, Selanik'te ne işimiz vardı?" diye de sorabiliriz. Maazallah milli mücadeleyi başaramasaydık eğer hala bizdeyse Sivas ve Konya'da oturup İzmir'de ne işimiz vardı diye de sorabilirdik.
Reklam
Tarih şuurunun anlatılması basit ama verilmesi -Türkiye tecrübesinde açıkça gördüğümüz gibi- pek kolay değil. Hayret verici gerçek de şu: Tarih şuurunun önündeki en büyük engel, tarihi günlük politik siparişlere göre düzenleyebileceklerini sananlardır. Onların bilgisiz bilinçsiz müdahaleleri milli birliğin, milli devletin önündeki büyük engellerden biridir.
Millet devletlerinin her alanda rekabetinden ibaret olan bugünkü dünyada en fakir milletlerden biri kalarak havatınızı sürdüremezsiniz. Zayıf bir iç güvenlik veya dış tehditlere karşı yetersiz bir savunma da sizi bitirir. Hukukun hükmetmediği toplumlarda ise ne refah, ne de güvenlik mümkündür. Ortak bir yüksek kültürü koruyup, geliştirip nesilden nesile aktaramayan bir millet ise millet olarak kalamaz. Milet öncesi, ilkel bir topluluğa geriler: Etnisiteye, kavme, aşiretlere... Aydınları da “creol” e.
Devlet kimin için?" sorusunun cevabı "millet için''’dir. Bunun tersi değil. Millet devlet için değildir. Devlet millet için dedikten sonra, karşımıza hemen ikinci bir soru çıkar: Peki millet için ne yapmalıdır devlet? Devletin varlık sebebi nedir? Milletin refahını sağlamak... Ülkede adaleti sağlamak... Milletin güvenliğini sağlamak... Bu liste uzatılabilir. Fakat uzun ve her konuyu birbirinden bağımsızmış gibi ele alan bir liste, düşünceye sağlam bir temel oluşturmaz. Böyle bir listede sayılanların hiyerarşisi üzerinde tartışma çıkar. Önce refah mı, âdalet mi? Güvenlik çok mu önemli? Refahla çelişebilir mi? (Top mu tereyağı mi?...) Ya hukuk?... Acaba unuttuğumuz başka maddeler var mı? Eğitim? Yukarıdakilerin birbirini kuvvetle etkiledikleri hemen hissedilir. Çünkü bunların hepsi aslında tek cümleyle ifade edilebilecek bir görevin, bir misyonun zorunlu uygulama listesidir: Milletin bekasını sağlamak.
Müslümanları da Türkleri de, batının üstünlüğü altında ezilmiş diğer toplulukları da görece güçsüz bırakan şey, kendilerinin geri gitmesi değil, batının sürekli yeniliklerle ileri gitmesidir. Onlar, tıpkı duran bir trendekilerin yanlarından geçen trene bakıp geri gittiklerini sandılar. Hâlbuki geri gitmiyorlardı. Yaptıkları hatâ, durmalarıydı. Kendimize dönersek: Atatürk de, Hazreti Peygamber ve Hazreti Ömer de o gün için doğru olanı yaptılar. Fakat şartlar değişti. Şimdi bizim, tıpkı onlar gibi yapmamız değil, tıpkı onlar gibi dünyanın bilgisine ve kültürüne hâkim olup, tıpkı onların zihniyeti ile, onların değerleri ve ahlâkları ile hareket etmemiz gerekir. Şartlar değiştiği için "nasıl"lar da değişecektir. Fakat biz, "niçin"leri keşfetmek zorundayız. En hakikî mürşidin ilim oluşu bundandır. İlim, Allah'ın ayetlerinden ibret almak değil midir: Dünyayı önyargısız izlemek, anlamak, niçinlere hâkim olmak...
Reklam
Halk, Millet ve Tarih Şuuru
"Halk" ile "millet" arasındaki fark, tarih şuurudur. Halk, insan ömrüyle, hatta nesil ömrüyle, taş çatlasa 20 yılla sınırlıdır. Tarih şuurudur ki halka, müşterek mirası, birliği anlatır. Milletdaşlara, asırlar, bin yıllar öncesinden akıp gelen ve gelecekteki bin yıllara doğru akıp giden büyük sevgi ve hatıra nehrinin bir damlası olduğunu hissettirir. Yalnız geçmişle bugünü birleştirmez. Yarınların düşünülmesini, planlanmasını sağlayan da tarih şuurudur. Halk asırlar öncesinden gelip asırlar, asırlar sonrasına akmaz. Halk zaman boyutuna sahipse ve ancak o takdirde millet olur. Bir toplumdan halk adına büyük fedakârlık isteyemezsiniz. Millet adına isteyebilirsiniz. Millet hem dedelerdir, hem torunlardır. Millet hem geçmiştir hem de gelecektir.
Tarih Yazımı Ve Tarih Şuuru
Lehistan'ın bize bilmem kaç kara kuruş vergi verdiğini ezberlerdik de ne Lehistan'ın neresi olduğundan, ne de kara kuruşun değerinden haberimiz vardı. Atatürk "Samsun'a ayak basar"dı. Ne işin zorluğunu hissederdik, ne işgalin acısını, ne millî ve milletler arası siyasî ortamı. Atatürk diye bir süpermen vardı ve nasıl olsa eninde sonunda bizimkiler maçı kazanacaklardı. Bu ruhsuz tarih, yirminci asırda Allah'ın Türklüğe en büyük hediyelerinden Mustafa Kemal'i bile devalüe ediyordu. "Vatan, millet, Sakarya" diye seslendirilen Türklüğü aşağılayıcı tekerleme bu tarih şuursuzluğundan doğdu.
198 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.