"Bir sualtı aydınlığı akar, tepelerin
yanaylarıyla birlikte yüzünün biçimini bozan,
benimle senin aranda; durmuş seyrederken
manzarayı birlikte; kaygan bir zemin
üzerinde yer bulur kendisine
senin her bir devinimin senden bağımsız olarak;
her oyuk
yeniden dolar bu ortamda
ve attığın her adımın bıraktığı boşluk kapanır ardından:
ben ve sen burada kayaların değişmezliğini
doğrulamaya inmiş
bu havanın içinde"
"Dilin bırakıp gittiği bir odadayım
Buna benzer bir başka odadasın sen de
Ya da ikimiz
biz sokaktayız bakışının ıssızlaştırdığı
Dünya
farkına varmadan bozuluyor
Anı
çöküyor adımlarımızın altında
Durmuşuz ortasında
bu yazılmamış satırın"
Ah! İnsanın nasıl ağladığını bilseydiniz,
Yalnız ve yurtsuz yaşamaktan...
Arasıra meskenimin önünden,
Geçerdiniz.
Eğer bilseydiniz ne husule getirdiğini,
Saf bir nazarın mahzun bir ruhta;
Pencereme bakardınız,
Gûya tesadüfle.
Eğer bilseydiniz nasıl bir mehem getirir,
Bir kalbe bir başka kalbin huzuru,
Kapımın altında otururdunuz,
Bir hemşire gibi.
Bilseydiniz ki ben sizi seviyorum,
Hususile nasıl sevdiğimi bilseydiniz,
Hattâ belki içeri girerdiniz,
Sadece...
Seven el de çok defa, sevdiğini okşarken,
Farkında olmıyarak, kalbinde yara açar.
Kırılır kalp sessizce, hiç mi hiç sezdirmeden,
Sevginin çiçeği kısa zamanda solar.