Bilmem kaçıncı okuşuyum oldu ama depresyon dönemlerinde zorunlu olarak baş vurduğum sığınak. Burada kitap severlerin birçoğunun okuduğuna eminim. Ama bu inceleme biraz “baylar” demek için biraz da kendime notlar. Anti-kahramanımız bizi doğru denilen her şeyin otoritesinden çıkarıp, kendini alçalta bildiği kadarında insan olmayı yüceltmektedir. Öyle bir hal alıyor ki, Dostoyevski’nin hatalarla dolu ve en yüce duygulara sahip olan insanın toplum tarafından görülme isteği ve içinde yaşadığı debdebeler gün yüzüne çıkıyor. Bundan nasibini alan yalnızca biz değiliz, yanında yöresinde olan herkes kendi payına düşeni alıyor.(Gerçekten alıyor mu? Yoksa kahramanımızın hayal ürünü olmasın bunlar?)
Dostoyevski’nin sanatçısı öyle ki sanatçı-toplum çatışmasını ve bir tutunamayan olarak varlığını, sevmese de o köhne evde geçirmeye devam ediyor. Ve yarattığı bu anlatım ile NBC’nin “Ahlat Ağacı” filmine kadar sürecek bir tartışmayı yaratıyor.
Her şeyin hesaplanabildiği yerde insan nasıl hala kendi isteklerinin peşinde koşabilir? Ya da her şey hesaplanmadı mı? Büyük insanlık ideası dediğimiz ; ilmin peşinde koşan insan hala var olmadı mı?
- Bir gün olacak, bir gün olacak!
Biliyorum bu inceleme pek yakışık olmayan bir şeye dönüştü. Ama bir önemi var mı artık bunun?
Yeraltında olan dostlara, Selim’e, Bay C, Sinan ve toplum tarafından ötelenmiş gibi gözükse de kendi ilmeklerini dokuyanlara selam olsun!