"Aşk" üçgeni altında; 1482 yılı Paris'inin yapılaşması mimarlara özgü bir ciddiyetle, eşsiz bir biçimde anlatılmış.
Kitabı büyük bir başyapıt olarak görüyorum. Onun dışında sıkan, migren tutturan, mandalinanın son dilimindeki ekşi çekirdek niteliğindeki bazı sıkıntıları dile getireceğim.
Üstkurmacalık.
Hugo, üçüncü şahıs bakış açısıyla anlatma yöntemini değil de, ara ara okuyucuyla diyaloğa girebileceği bir üslupla yazmış kitabı. Bu da sevdiğim bir yöntem değil. Mesela, kilisenin daha önce tanıttığı bir odasını tekrar tanıtmamak için, "Okuyucu burayı zaten biliyor." demiş. Sorun şu ki, evet. Okuyucu buranın Hotel de Ville'ye bakan kule olduğunu zaten biliyor. Bu ve bu tarzdaki hatırlatmaların sıklığı abes kaçmış.
Mekan tasvirlerinin uzunluğu.
Gereksiz ayrıntılı olarak anlatılan mekan tasvirlerinin varlığı kitabı roman havasından çıkarıp, tarih kitabı niteliğine bürüyor. Dönemin mimarisini keşfetmek amacıyla tatihçilere çok yaramıştır diye düşünüyorum. Ama ben edebi zevk alamadım, hatta çok sıkıldım bu çevre tasvirlerinden.
Quasimodo'nun kitaptaki azınlık karakteri oluşturması.
Adama sormazlar mı be Hugo, "Hani bu kitap Notre-Dome'ın Kamburu'ydu?" diye. Tamam, küçükken izlediğimiz Disney animasyonuna benzemiyormuş ama yine de kitabın isminden kaynaklanan bir içgüdü, konunun Quasimodo'nun çevresinde şekilleneceğini sanıyor. Belki de ismi Notre-Dame'ın Rahibi olmalıymış. Zaten favorim rahipti, ehehe.