Gerek bu kitabı okuduğumda, gerekse o ünlü müzikali izlediğimde, iki duygu benliğimi sarıyor; üzüntü/ mahvolmuşluk ve öfke. Öfkem tabiki Esmeralda'ya. Esmeralda, kendi güzelliğinin farkında, kendisine zerre kıymet vermeyen, kendisini defalarca aldatan, sarsan ama sadece yakışıklı diye kapılıp giden Phobeus'un etkisinden çıkamayarak darağacını boyladı. Oysa o kadar çok seviliyordu, öylesine çok kutsanıyordu ki, bunu görmedi, görmek istemedi. Şayet Esmeralda'ya sorulsa "çok sevilmek" isterdi. Çok sevildi ama yetmedi. Yetmedi, çünkü; onu seven, onun için nihayet kül olarak ölen, Phobeus değil, Quasimodo idi. Quasimodo roman boyunca çiçekler koydu yollarına. Sevdi. Kendisinden iğrenildi, korkuldu, görmezden gelindi ama sevmekten vazgeçmedi. Sadece çirkin diye, kalbi de görmezden gelindi. Oysa Esmeralda mutluluğa çok yakındı. Mutluluğu, bedeni, görsel bir şey zannetti.
Zavallı Quasimodo, aklıma her geldiğinde, senin için üzülüyor olacağım. Tek suçu çirkin olmak olan, çirkin olanın sevmesine bile izin verilmeyeceği, gözüne sokulan, nihayet aşkı uğruna, kendisini beğenmeyen, kendisinden iğrenen birisini korumak isterken ölen, sadık Quasimodo..