Madem ki insanız, insan insaniyeti cihetiyle başkasının elemiyle müteellim olur. Bu hadsiz âlâm-ı beşere nasıl tahammül ederiz? Vicdan, nasıl bu hale dayanabilir? Yalnız şu azab-ı vicdaniyeden bizi kurtaracak iki çaremiz var.
Birisi: Gayet sarhoş olmalıyız.
Diğeri: İnsaniyetten tecerrüd edip vahşi, hodendiş bir kalbi taşımalıyız ki; selâmetimiz için bu iki çare bize bütün halkın helâketini unuttursun ve bizi müteessir etmesin. Hem bir parça ahmak da olmalıyız ki; bütün halka şâmil bir beladan kendimizi hariç zannetmeliyiz.
her adım başında bir âciz adam duruyor. Bir kısım kavî ve galib insanlar o bîçareye hücum edip, öyle bir surette mal ve hayvanatını gasbediyorlar ve hanesini tahrib ediyorlar ve bazan onu öyle bıçaklayıp cerh ediyorlar ki; haline sema ağlıyor. İşte her nereye baksan bu hal taammüm etmiş. Her yerde zalimlerin velvelelerinden ve mazlumların vaveylâlarından başka birşey işitilmiyor. Bütün yol boyunca bir matemhane-i umumî şeklini alan bu hal devam ediyor.
İkinci Ders
Ey insan-ı gafil! Ey dünya için dinini ihmal eden!
Hayat-ı fâniyeyi esas maksad yapan, zahiren cennet içinde olsa da, manen cehennemdedir. Hayat-ı bâkiyeye müteveccih olan zât ise, saadet-i dâreyne mazhardır.
Üçüncü Ders
Ey gururlu, mağrur gafil! Sana ne olmuş ki, müslümanları -ecanib tarzında- hayat-ı dünyeviyeye davet edersin? O hayat, uyku içinde bir lu'b ve heva içinde bir lehivden başka birşey değildir.
Hem ne oluyorsun ki, keyiflerine kâfi gelen helâl ve tayyibat dairesinden huruca teşvik ederek, dinin ihmaline veya dinin bazı şeairinin terkine sebebiyet veriyorsun. Ve muharremat ve habîsat dairesine duhûle teşci' ediyorsun.
Ey müvesvis! Bilir misin misalin neye benzer? O derece belâhet kesbetmiş bir sarhoşa benzer ki; arslanı attan, darağacını salıncaktan, cerahatlı yarayı kırmızı gülden farketmez.