Yeryüzünde her şey kendi olmak için kendini aşmalıydı. İnsan, insanın eylemi, bir şeye biçimini ve biçemini veren bir sonsuzluk öğesini taşımalıydı içinde.
Kendini öldürmeyi kafasına koyunca insan bütün isteklerinden vazgeçer, geçmişinden uzaklaşır, mahvolduğunu söyler ve anıları yoktur artık onun. Bu anılar artık kendini öldürmekten kurtaramaz onu, engel olamaz buna. İnsanın iç varlığının sürekliliği yok edilirse, kişilik de silinir gider. Sonunda, belki de insan, verdiği karara bağlılıktan değil, çektiği işkenceye, acı çekeni olmayan bir acıya, hala sürüp giden yaşamla artık dolmayan bu boş kalıba dayanamadığı için öldürür kendini.
Yitirmek, kazanmaktan daha değerlidir dünyada. Tohum ölürse filiz verir ancak. Yaşamda yorulmanın yeri yoktur. Yaşantısıyla beslenmeli ve ileri bakmalıdır insan, unutulanın besini, belleğin ürününden küçük değildir.
"Kör olan herşeye dilini çıkarmıştı..
Çılgınlığa varan bir gözüpekliģi ..
Şakalaşır gibi bir saflığı vardı ..
... ve gökten düşmüş bir melek gibi özgürdü"
Şimdiye değin benzerine rastlanmamış olan bu dünya, artık anılar arasında çok geride kaldı ve tıpkı ufukta görünen dağlar ya da kızıl bir gün batısında dumanlı arka yan karşısındaki uzak, uzak, büyük bir kent gibi asılı duruyor.
Bence en şaşırtıcı buluşlar, sanatçının üzerinde düşünmeye vakit bırakmayan konusu ile dopdolu olduğu zamanlarda ortaya çıkmıştır ve sanatçı o acele içinde, yeni mi eski mi diye kafasını yormadan, yeni sözünü eski dil içinde söyler.
Her kişi ölümünden sonra, yaşarken sahip olduğu ve onunla insanoğlunun varlığını, tarihine katıldığı o cinse vergi ölümsüz öznelliğinden bir parça bırakır arkasında.
Sanat herkesin ne olduğunu bildiği şeylerle, açık gerçeklerle doludur. Herkes onları kullanmakta özgür ise de, herkesçe benimsenmiş olan bu ilkeler, kendilerine bir uygulama, yaşama alanı bulmadan önce uzun süre beklerler.