Güya çağ üstüne çağ atlamaktaydık ama ortada yoktu bir şey. Ceplerimiz/midelerimiz boştu. Her zamankinden farklı olarak bir de borçluyduk; sayısını hicbirimizin hesaplayamayacağı kadar taksit taksit borç.
Birkaç vücut hamlesi, bir iki kafa darbesiyle girebildim metrobüsten içeri. Otobüs gelmeden arka cebindeki cüzdanı alıp ön cebime koyduğum için rahattım. Cebimi yoklayan olursa havasını alacaktı. Bir işkenceydi bu araçlara binmek.
"Sıkıntı ne?" dedi yeniden; halkım bu aralar da bunu tutturmuştu işte, her şey sıkıntı var ya da yok şeklinde dile geliyordu. Ne meraklıymışız anonim bir dil tutturmaya kardeşim, hayret bir şey!
İstiklal yükünü almıştı yine. Bu cadde için dünyada saat fark etmiyordu artık. Hep doluydu. İğne atılsa belki yere düşerdi ama anında ezilir, eğilir bükülür ve kimselere hayrı olmazdı artık.