Sen beni bilmezsin küçük kız. İran sınırına bitişik bir köyde, bir kayanın dibinde cansız yatıyordun seni tanıdığımda. Yüzünün yarısı toprağa gömülüydü. Gözlerin bakmıyordu artık. Çoktan uçmuştu saçlarının kokusu. Şekilsiz bir kütük gibi uzanmıştı yere bedenin; kımıldamıyordu.
Senin usul usul ömrünü geçirdiğin köye yarım saatlik mesafedeki kasabada, sağlık ocağında görevliydim. O gün de her zamanki gibi hasta muayene ediyordum ki, savcılıktan "otopsi var" haberi geldi. Gerekli hazırlıkları yapıp beklemeye başladım. Birazdan bir jandarma arabası geldi. Yanımızda birkaç askerle birlite savcı, ben ve diğer görevliler öğleye doğru yola çıktık. Sana ve seninle birlikte vurulan babana doğru geliyorduk.
Arabada savcıya olayın ne olduğunu sordum. Anlattı. O civardaki karakollardan birinde görev yapan bir başçavuşa aşıkmışsın. O da seni seviyormuş. Evlenmeye karar vermişsiniz. Baban da razıymış bu işe. Birkaç kez tehdit etmişler sizi. Aldırmamışsınız. Sonra da akşam saatlerinden köye gelen üç dört silahlı adam, seni de babanı da evinizden alıp köyün çıkışında bir yerde kurşuna dizmişler. Hepsi bu!
...