Onunla ilk tanışmada herkes: Ne temiz ,ne hoş insan ,'' derdi. İkinci dakikada hiçbir şey söylemez ,üçüncü dakikada ise ,''şeytan götürsün ,ne adammış ,'' deyip yanından kaçardı.
Bir haftadan beri beyefendi, öğle ve akşam davetlerine gidiyor ve oralarda pek hoş vakit geçiriyordu. Sonunda ziyaretlerini kentin dışında da yapmaya, çiftlik sahibi Manilov ile Sobakiyevic'e verdiği sözü yerine getirmeye karar verdi. Belki de onu bu işe sürükleyen daha ciddi daha önemli ve daha derin nedenler vardı. Okuyucu, sabredip de sona doğru gittikçe genişleyerek, süslenecek hikâyemizi okursa bütün bunları öğrenecektir.
Cicikov, pencereye koştu. Avluda kırk yaşlarında, yakışıklı bir erkek vardı. Yanındaki iki köylüyle konuşuyordu. Biri basit bir köylüyü, diğeri, mavi ceketlisi ise dışardan gelme bir düzenbazı andırıyordu .
Hanin altında ip, eyer, ekmek gibi şeyler satılıyordu. Köşedeki dükkan çay ocagiydi. Penceresinden, kırmızı bakır bir semaverle, kendi yüzü de bakır kadar kırmızı olan çaycı görünüyordu .Eğer çaycinin katran gibi simsiyah sakalı olmasaydı uzaktan bakılınca iki semaver var sanılırdı .