“İstanbul’da var mı böyle simit?” diye sordu.
“Olmaz mı abi? Ne yaptın?”
“Yok tabi oğlum, Ankara sadece simidiyle bile İstanbul’dan daha yaşanılır bir şehir.”
“...Hayatı boyunca görmediği bir kedinin hangi mantıkla şehrin amblemi yapıldığını hala çözemiyordu. Ama tüm bunlardan şikayet etmek de aklına gelmiyordu. Ankara, üzerinde fazla düşünmeyince güzeldi.”
“Ankara’nın sevmediği tek özelliği, soğuk ve sert yağan, insanı üşütürken içini yakan kış yağmuruydu. Bu şehre ait değildi; kirli bir coğrafyadan, insanlarının temiz olmadığı yerlerden ithalmiş gibi çamur getirirdi.”
__Ya bırak abi, sen hala çocukluğunun Ankaralılarını hatırlıyorsun. Dediğin gibi olsa yirmi yıla yakındır fıskiyeden başka derdi olmayan, şehri koca bir lağım çukuruna döndürmek için uğraşan adamı seçerler mi?
__Oğlum onu Ankaralılar mı seçiyor? İstanbul gibi düşünme burayı, orası ağırlığı ve hakimiyeti olan bir şehir. İstanbul’a göç eden insanlar ne kadar örfüne, adetine bağlı kalmaya çalışsa da şehir büyüklüğü ve başlı başına bir hayat merkezi olmasıyla hatırlatıyor onlara değişmeyeceğini. Eziyor onları, dağıtıyor. Oysa burada hala geldiği yerdeki gibi yaşama içgüdüsüyle hareket eden, değişmek bir yana dursun, mevcut halkı değiştirmeye çalışan korkunç bir kitle var. İşte o kitle bugünkü kirin ve pisliğin nedeni.