Biraz önyargı ile başladığımı kabul ediyorum. "Oyunculuğunu bir iki projede gördüğüm biri şansını yazarlıkta mı deniyor?" dedim, evet.
Artıları eksikleri karşılaştırdığımda 10/6 puanı veriyorum. Neden?
1- 300 küsür sayfalık kitapta neredeyse 100 kere "arduvaz grisi" okumaktan gına geldi. Benim için bundan sonraki tüm griler arduvaz grisi, başka bir ton yok hayatımda, iyice belledim.
2- Olay günümüz yıllarında İstanbul'da geçiyor. Hava kar yağışlı. 6 ay önceki bir günden bahsederken hava yine kar yağışlı. Halbuki Alaska değil Türkiye sınırlarında geçen senelerde 6 ay boyunca yağış olmadı, belki de en son ne zaman oldu söyleyebilen biri bile yok hayatta. Kitap tamamlandığında basımdan önce kimsenin dikkatini çekmemiş bu ayrıntı.
3- Kitabın ilk çeyreğinde her şey o kadar çok betimleniyor ki betimlemelerden gözlerim kanadı desem yeriydi. Sanki yazarlığı, en çok betimleyen hakkediyormuş gibi hissettiğini düşündürtüyor. İnsanın kaldırımın üzerindeki otun üzerindeki çiğin üzerindeki damlanın bile betimlemesini sürekli okuması baş ağrıtıyor. Fakaaaatt;
Gelgelelim bu ağır betimlemeler ilk çeyrekte sakinleşiyor, hikaye en başından beri heyecanını zaten hiç kaybetmemiş, kitabı kenara koysan "Ohoo, burda neler oluyor haberin yok." der gibi kapak kırpıyor. Kurgusu o kadar iyi ki katili işaret eden parmağı izlediğinde başka birini işaret ettiğini görünce yine başka birine bakakalıyorsun. Son ise tokat etkisi yaratmıyor. Sakince bitirilmiş ama okunması keyifli olan bir polisiyeydi. Güzeldi.