Ölümsüzlük

Milan Kundera
Ölümsüzlük. Goethe bu kelimeden korkmuyordu. Ünlü “Yaşamımdan Şiir ve Hakikat” altbaşlığını taşıyan hayat hikâyesinde, on dokuz yaşında bir delikanlıyken Leipzig'deki yeni tiyatroda büyük bir hayranlıkla seyrettiği perdeden söz eder. Perdenin fonunda (Goethe’den aktarıyorum) der Tempel des Ruhtnes, Şeref Tapınağı ve önünde tüm zamanların gelmiş geçmiş bütün büyük dramaturgları resmedilmiştir. Ortalarında ise onlara hiç aldırmayan “ince ceketli bir adam doğruca tapınağa doğru yönelmişti; arkadan gösterilmişti ve olağandışı hiçbir yanı yoktu. Bu, hiçbir öncüsü olmayan, büyük örneklere kayıtsız, hiçbir dayanağı olmaksızın ölümsüzlüğe doğru yürüyen Shakespeare'di”.
"Kitaplarımın ölümsüz olmasına hiç karşı değilim. Onları tek kelimesi bile değiştirilemeyecek biçimde yazdım. Zamana dayanmaları için her şeyi yaptım. Ama insan olarak, Ernest Hemingway olarak ölümsüzlük umurumda bile değil.” "Sizi anlıyorum, Ernest. Ama hayattayken daha ihtiyatlı davranmalıydınız. Artık yapılabilecek pek bir şey yok.” "Daha ihtiyatlı mı? Bu benim palavralarıma bir ima mı? E tabii, gençliğimde horoz gibiydim. Gösterişi severdim. Hakkımda dilden dile dolaşan hikâyelerle kafayı bulurdum. Ama inanın bana, ne kadar kendini beğenmiş olsam da bir canavar değildim ve ölümsüzlüğü aklımdan bile geçirmiyordum! Ölümsüzlüğün yolumu gözlediğini anladığım gün, paniğe kapıldım. Yüz defa insanları hayatıma karışmamaya çağırdım. Ama ben çağrıda bulundukça, iş daha beter oluyordu. Onlardan kaçmak için Küba’ya yerleştim. Nobel ödülü verildiğinde Stockholm’e gitmeyi reddettim. Ölümsüzlük umurumda değildi, diyorum size, hatta dahasını da söyleyeyim: Onun beni kollarında sıktığını fark ettiğim gün duyduğum dehşet ölümün dehşetinden de beterdi. İnsan hayatına son verebilir. Ama ölümsüzlüğüne son veremez.”
Reklam
Hepimiz tükendik artık.
Sayfa 194 - Can Yayınları
Yalnızlık: Bakışlardan kurtulmanın tatlı rahatlığı.
İşte, tüm zamanların gelmiş geçmiş en bilinen Alman şiiri, her küçük Alman çocuğunun ezbere bilmek zorunda olduğu şiir: “Bütün doruklarda Sessizlik, Tüm ağaçların tepesinde Hissettiğin Hafif bir soluk; Minik kuşlar ormanda susmuş Sabret, az sonra Sen de dinleneceksin.” Şiirdeki fikir çok basit: Orman uykuya dalmış, sen de dalacaksın. Şiir şaşırtıcı bir fikirle gözlerimizi kamaştırmayı amaçlamıyor, varlığın 'bir ân'ının unutulmaz kılınmasını ve dayanılmaz bir nostaljiyle yüklenmesini amaçlıyor. Çeviride her şey kayboluyor, şiirdeki güzelliği ancak Almanca okuyunca kavrıyorsunuz; “Über allen Gipfeln Ist Ruh', In allen Wipfeln Spürest du Kaum einen Hauch; Die Vögelein schweigen im Walde. Warte nur, halde Ruhest du auch.”
Acıma layık değilim.
Sayfa 213 - Can Yayınları
Reklam
Yol: üzerinde yürünerek gidilen toprak şerit. Karayolu, sadece üzerinde arabayla gidildiği için değil ama bir noktayı diğerine bağlayan basit bir hat olması bakımından yoldan ayrılır. Karayolunun kendi başına hiçbir anlamı yoktur; sadece onun tarafından birbirine bağlanan iki noktanın bir anlamı vardır. Yol ise uzama bir saygıdır. Her yol parçasının kendine has bir anlamı vardır ve bizi mola vermeye çağırır. Uzamın zafer kutlamalarıyla değersizleştirilmesi olan karayolu bugün artık insanların hareketlerinin önündeki engelden, bir zaman kaybından başka bir şey değildir.
Sayfa 231
Adı batsın:)
Ah, ondan hiç konuşmamak en iyisi.
Sayfa 201 - Can Yayınları
Dünya bir sınıra ulaşmıştı; bu sınır aşıldığında her şey çılgınlığa dönüşecekti.
Sayfa 31
Reklam
Kaderinden kaçamazsın! Hayatının temasından kaçamazsın!
Sayfa 279 - Can Yayınları
Kendi kendine aşk nedir diye sormanın hiçbir anlamı yoktur. Aşk aşktır, hepsi bu. Ya yaşanır, ya yaşanmaz.
Sayfa 196 - Can Yayınları
Kin bir tuzak, çünkü bizi hasmımıza fazlasıyla bağlıyor.
Resim