Kökenleri ve Ticaretin Canlanması

Ortaçağ Kentleri

Henri Pirenne

Ortaçağ Kentleri Posts

You can find Ortaçağ Kentleri books, Ortaçağ Kentleri quotes and quotes, Ortaçağ Kentleri authors, Ortaçağ Kentleri reviews and reviews on 1000Kitap.
Portus: Başta liman değil, kent anlamındaydı.
Kale-kentler, duvarlan çok sınırlı bir alanı çevreleyen müstahkem yerlerden başka birşey değildi. Bunun sonucu olarak, başlangıçta tüccarlar başka yer olmadığı için bu alanın dışında yerleşmeye itildiler. Kale-kentlerin yanı sıra, bir "dış-kent" , başka bir deyişle, "banliyö" (forisburgus, suburbium) kurdular. Çağdaş metinlerde, bu banliyöden, onu bağlı bulunduğu feodal burg ya da "eski burg" (vetus burgus)'dan ayırmak için, "yeni kent" (novus burgus) diye söz edilmektedir. Hollanda ve lngiltere'de, bu dış-kenti belirlemek için yapısına çok uygun düşen bir kelime kullanılıyordu: portus. Roma lmparatorluğu'nun yönetimle ilgili söz dağarcığında, deniz limanına değil, mallar için istifleme yeri ya da aktarma noktası olarak kullanılan kapalı yerlere portus deniyordu. Kelime, hemen hemen hiçbir değişikliğe uğramaksızın Merovenj ve Karolenj dönemlerine geçti. Bu kelimenin kullanıldığı tüm yerlerin de su yollan üstünde bulunduğu ve buralarda pazar vergileri toplandığı açıktır. Bu nedenle, buralar, ticaret işlemlerinin doğal akışı içinde, daha uzak bölgelere sevkedilecek malların yığıldığı karaya çıkma yerleriydi.
Sayfa 107Kitabı okudu
Tüccarların Yasası İus Mercatorum
Yargılama usulü, katı ve geleneksel biçimciliğiyle, gecikmeleriyle, düello gibi ilkel kanıtlama yöntemleriyle, mutlak yeminin kötüye kullanılmasıyla dava sonucunu şansa bırakan "işkenceleriyle", tüccarlar için sürekli bir tedirginlik kaynağıydı. Onların, daha hızlı ve daha eşitçi bir yasal sisteme gereksinimleri vardı. Panayır ve pazar yerlerinde, kendi aralarında, en eski izlerine onbirinci yüzyıl başlarında rastlanan bir ticaret yasası (ius mercatorum) geliştirdiler. Büyük bir olasılıkla, bu yasa, çok erken bir tarihte, en azından tüccarlar arasındaki davalar için uygulanmaya başlanmıştı.
Reklam
Ticaret ve Hristiyanlık
Ruhban sınıfının tüccarlara karşı tutumu daha da olumsuzdu. Kilise'nin gözünde, ticaret yaşamı, ruhun güvenliği bakımından tehlikeliydi. Ermişjerome'a atfedilen bir metinde, "Tüccarın Tann'yı hoşnut etmesi çok güçtür" denmektedir. Kilise hukukçularının gözünde ticaret bir çeşit gasptı. Kar peşine düşmeyi açgözlülük olarak mahkum ediyorlardı. "Adil fiyat" kuramları, ekonomik yaşamın yadsınması, kısaca, ekonomik yaşamın doğal gelişimiyle bağdaşmayan bir bağnazlığı kabul ettirmek amacına yönelikti. Her türlü spekülasyon onların gözünde günahtı. Bu katılık, yalnızca Hıristiyan ahlakının dar anlamda yorumlanmasından ileri gelmiyordu.
Kentliler ve Köylüler
Kentlinin fiziksel yaşamı köylüye bağımlıydı, ama köylünün toplumsal yaşamı da kentliye dayanıyordu. Çünkü, kentli, onun önüne, daha rahat, daha ince bir yaşam biçimi seriyordu; öyle bir yaşam biçimi ki, köylüde istek uyandırarak gereksinimlerini çoğalnyor ve yaşama düzeyini yükseltiyordu. Kentlerin ortaya çıkışı yalnızca bu bakımdan toplumsal gelişimin itici gücü olmakla kalmıyordu. Aynı ölçüde, bütün dünyaya yeni bir iş kavramının yayılmasına da katkıda bulunuyordu. Bundan önce, işgücü toprak kölesiydi; şimdiyse özgürleşmişti.
Rusya'nın Tarihsel Kişiliği
Rusya'da ticaret özgün bir olguysa bunun sebebi, Rusların Batı Avrupa gibi kendilerini dış dünyadan kopmuş bulacakları yerde, tersine, daha başlangıçtan beri dış dünyaya itilmiş, daha doğru bir sözcükle, dış dünya ile ilişki içine girmeye çekilmiş olmalarıdır. Ruslarla Karolenj İmparatorluğu karşılaştırılırsa: Toprak sahibi soylu sınıf yerine tüccar bir soylu sınıf; toprağa bağlı serfler yerine, iş araçları sayılan köleler; kırsal alanda yaşayan bir nüfus yerine, kentlerde toplanan bir nüfus; son olarak, basit bir tüketim ekonomisi yerine, bir değişim ekonomisi, düzenli ve sürekli ticari etkinlik görülür.
Denizci Roma'dan, Karasal Gotik Kültüre
İlk bakışta, Şarlman'ın, Roma imparatoru ve Augustus unvanını alırken, eski geleneği yeniden kurmak istediğine inanmak akla yakın görünüyor. Oysa, gerçekte, Konstantinopolis'deki imparatora karşı tavır almakla bu geleneği bozmuş oluyordu. Artık Akdeniz'le bağı kopmuş olan ülkenin devlet işlerinde, güneylilerin hemen hemen hiçbir rolü yoktu. Akdeniz'e sırt çevirmek zorunda kalan Frank lmparatorluğu'nun Kuzey Avrupa'ya yayıldığı ve sınırlarını Elbe'ye ve Bohemya dağlarına dek genişlettiği anda Germen etkisi egemen olmaya başladı.
Reklam
Ortaçağ Avrupa'sının temellerini atmak Frank lmparatorluğu'nun yazgısıydı. Ancak, bunun zorunlu önkoşulu, geleneksel düzenin yıkılmasıydı. İslam istilası, tarihsel evrimi yolundan saptırmasaydı ve onu, deyim yerindeyse, "Sakson niteliğinden arındırmasaydı", Karolenjler hiçbir zaman rollerini oynamak için sahneye çağrılmayacaklardı. İslamiyet olmasaydı, belki de Frank imparatorluğu hiç varolmayacaktı; Muhammed'siz bir Şarlman düşünülemezdi.
Daha on ikin­ci yüzyılda tüccarlar kazançlarının oldukça büyük bir bölü­münü yurttaşlarının yararı için harcıyorlardı; kiliseler yaptı­rıyor, hastaneler kuruyor, pazar vergilerini ödüyorlardı. iç­lerinde, yurt sevgisi kazanç sevgisi ile birleşmişti. Herkes kentiyle övünüyor, içten gelen bir duyguyla kendisini ken­tin gelişmesine adıyordu. Bunun nedeni, gerçekte her birey­sel yaşamın, kent toplumunun toplumsal yaşamına bağımlı oluşuydu.
Hiçbir uygarlıkta, kent yaşamı, ticaret ve sanayiden bağımsız olarak gelişmemiştir. Ne antik çağda ne de modern zamanlar­da bu kuralın dışında kalan bir durum olmamıştır.
Bir ülkeye ne denli kolay girilebilirse, o ülke istilacıla­rı o denli kendine çeker ve o denli yakılıp yıkılmaya uğrar.
73 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.